‘Kaynaklı’ ama Hakîkatte Kaynaksız Vecîzeler…

Loading

‘Kaynaklı’ ama Hakîkatte Kaynaksız Vecîzeler…

Bu başlığı vermemizin sebebi, vecîzelerin ve özlü sözlerin paylaşıldığı bilhassa internet gibi ortamlarda, belki çoklarınızın da farkettiği üzere, gönlümüze hoş gelen veya fikrimize muvâfık bulduğumuz vecîzeleri kaynak sınaması, doğrulaması yapmadan hüsn-ü kabûlümüzdür.

Bu yazımız, güzel ve yüksek ahlâka hizmet eden özlü sözlere değil, ahkâm-ı İslâmiye ve edeb-i İslâmiye ile uyuşmayan veya uygun düşmeyen ve bir de İslâm büyüklerine izâfe edilerek kaynaksız yazılanlaradır.

Bu vecîzelerin güzel ifâdelerle, özlü bir sûrette yazılması genel kabul görüyor ve beğeni de topluyor. Ancak altında kaynak olarak yalnızca o sözün sâhibi olduğu iddia edilen muhterem bir zât’ın isminin yazılmış olması bizim için kabûle yeterli midir…

Ve buradan hareketle mutlaka “o zât söylemiştir” denilebilir mi…

Belki örfe veya ahlâka dâir olan vecîzelerin “kaynak” cihetinde değil fakat, fâidesi hükmünde bir nev’i mesel tarzında kabulü olabilir. Fakat öyle şeyler ve süslü ifâdeler yazılıyor ki, dinin ahkâmına temas ediyor. Bir cihette o sözlerle kalplerde ve fikirlerde dini anlayış şekilleniyor.

Çünkü o sözlerin altına “Hz. Ali r.a.” veya “Hz. Ömer r.a.” veya “Hz. Ebû Bekir r.a.”veya “Hz. Mevlânâ” gibi zâtlar yazıldığı vakit, “vecîze olmaktan çıkıp, zihinlerde ve kalplerde dinin bir ahkâmı şeklini alabiliyor”. Lâkin sözün sahipleri dinin otoritesi hükmünde olmalarından mütevellit…

Ve birde “hadis” olarak yazılanlar var ki, en dehşetli tehlike “sinsice” buradan geliyor. Olmayanı, Rasûlullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) isnâd edib ve dinden gibi göstermekle, çoklarının kalplerine ve zihinlerine işliyor. Lâkin bunlar dindâr ve ehl-i ilim tarafından değil, bilâkis ekseriyeti kasıtlı olarak servis ediliyor. Böylesi büyük bir vebâle taşıyıcı ve paylaştırcı olmamak lâzım gelir. Acaba o vecizeleri ve paylaşımları dinde mûteber ve tanınmış şâhıslardan mı alıyoruz, yoksa sosyal medya üzerinde oradan-buradan veya bir arkadaştan veya hatta listemizde olan ama hiç tanımadığımız kişilerden mi?

O hadisi de kendisi paylaşacak olan, başkasının paylaşmış olmasını “tek referans” almamalı. Hadisler, vecize değildirler. Aldığımız kişi dinde tanınan, bilinen ve ilmine güvenilen biri değilse, mutlaka kaynak sınaması yapmalı, yapamıyorsak “hoşumuza gitti” diye ya da “bize doğru geldi” diye paylaşmamalı. Uhrevî mes’ûliyetinden korkmalı.

« مَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا، فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ »
Kim benim adıma yalan yere bana hadis isnâd ederse, ateşten yerini hazırlasın.1

Ben şahsen kaynak yazıldığı halde, o hadisin hakikatte olmadığına “eserlerden bizzat kontrol etmek sûretiyle” çok kez rastladım. Ve aynı şekilde vecizelerde de hakikatin farklılaştırıldığına (eserlerden karşılaştırmak sûretiyle) pek çok defa şâhit oldum.

Bu makâlede kastettiğim ve nazar-ı dikkatinizi celb etmek istediğim, ahkâm-ı diniyeye temas edenleredir. Yazımızın başındaki nüansları tekrardan hatırlatmak isterim.

Hele birde mânevi sohbetlerde, konuşmalarda veya yazışmalarda bu vecîzeler, anlatılan konuya kuvvet vermek için veya zıddının doğruluğunu kanıtlamak için ortaya söylenebiliyor. Yâni “şu zât bak ne demiş” diyerek “o vecîzeyi” veya bu ortamlardan kaptığı olmayan bir hadisi, delil gibi takdîm edebiliyor. Bakınız bu iş nerelere kadar uzanıyor ve temas ediyor.

Yoksa elbette güzel olanı paylaşmak güzel fakat, altındaki zât’a nisbet etmiş olmaktır asıl dikkat edilmesi gereken…

Acaba bu vecîzeleri yazanlar, kaynak olarak yalnızca büyüklerimizin isimlerini yazmak dışında, en azından “ilgili eserin de adını” yazsalar ve bizler ise kaynak kontrolünü yaptıktan sonra neşrini yapsak, İslâmiyet, ilim, hizmet ve şahsımız adına daha doğru ve faydalı olmaz mı…

Peki sizce, kaynak sorulmaya ve sorgulanmaya başlansa, internet üzerinde dönüp duran onca vecîzenin ne kadarı sıhhatini muhafaza edebilir?

Sizler de takdir edersiniz ki, o isim altında yazılmış ve servis edilmiş vecîzeler toplansa, kim bilir kaç kitap edecek. Herhalde bu kadar özlü söz söyleyebilmek için hayatını yalnızca hitâbet, şiir ve belâgat üzerine geçirmek, hatta öyle yaşamak lâzım geldiği kanaatindeyim.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şu satırlarlarını hatırlayalım…

Meşhûr Molla Nasreddin Efendi’ye de: ‘Bu garib sözler umumen senin midir?’ [desen] Elbette sana diyecektir: ‘Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekatını da bana verseler râzıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarâfetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder.’ 2

Veya,

Şöhret bir müstebiddir, sahibine mal eder başkasının malını. Meşhûr Hoca Nasreddin letaifi içinde, zekatı ‘yani, onda biri onundur’ asıl malı… 3

Pek ehemmiyetli diğer bir husus ise, pek sık rastladığımız kadın-erkek ilişkilerine dâir yazılan mecâz-i aşklara dâir olan vecîzelerdir ki; aşk-ı mecâziyi yâni erkeğin kadını, kadının erkeğe olan muhabbetini nazara veren edebî ve süslü kelâmlardır ve bu kelâmların altında isimleri yazılarak kendilerine nisbet edilen İslâm büyükleridir.

Hiç mümkün müdür ki, insanları mecâzi aşklara temâyül ettirenlerden biri Mevlâna gibi hak din İslâmın bir müceddidi olsun veya Hulefâ-i Râşidîn gibi gâyet ciddi ve vakârlı zâtlardan biri olsun veya edebî ile bilinen ve Peygamber aleyhissalâtu vesselâm kızı olan Hz. Fâtıma radıyallahu anhâ olsun…

İslâmiyetin ihyâsında ve idâmesinde şeriat-ı garrâ’ya bütün ruhları ile bağlı, Kur’ân’ın ahkâmlarına ittiba’da gâyet ciddî ve hayatlarında dâima İslâmiyetin vakârı müşâhede edilmiş zâtlar, aşk ilişkilerine âlet edilsin…

Nazarınıza verdiğimiz bu nüanslardan sonra, kaynağını bilmeden, hoşumuza gittiği için ve aklımıza yattığı için o vecîzeleri, sözleri, altında yazan zâtlara izâfe etmek sûretiyle yaymak, paylaşmak ve neşr etmekte acaba üzerimize bir mes’ûliyet olur mu?

Burada “niyet önemlidir” denilip, akıl, ilîm, hakîkat ve tahkikât terk edilebilir mi…

Haydi denildi ki, “hepsi güzel ve faydalı sözler, ne zararı var?”. O sözlerin güzel veya faydalı görünmesi, ilim süzgecinden geçmiş bir tahlîl neticesinde midir? yoksa kalbimize veya nefsimize belki hevâmıza hoş göründüğünden midir? Hem bu kabûl İslâmiyet nazarında ilmin ciddiyetini muhafazada kabûl edilebilir mi…

İslâmiyete zarar vermek için, dinin ahkâmlarını bozmaktan daha kolay olanı, İslâmiyete olan bakış açısını ve nazarını bozmaktır. Bu cihetle edebî ve süslü laflar içinde sinsice ve hissettirmeksizin, ilim ehli olmayanların farkedemeyecekleri tarzda edeb-i İslâmiyeye uymayan, ahkâm-ı şer’iyeye muvâfık olmayan, meşrû dâiredeki kadın-erkek muhabbetini gayr-ı meşrû sûretine getiren ve mahremiyeti kaldıran vecîzeler ve süslü hoş sözler yazarak, altına da bir İslâm âlimin ismini yapıştırmak sûretiyle içimize sürmeye çalışan ve nefislerimizi aşk-ı mecâziye yuvarlamak isteyen veya başka şeylere havalandıran ve âlemimize bunları şırınga ede ede, hakikat-ı İslâmiyeden ve istikâmetten düşmeye sebebiyet verebilecek olanlara karşı, onlara fırsat vermemek ve zemin hazırlamamak lâzım. Ve bu fitnebazların bilmeyerek yayıncısı olmamak lâzım.

Ve şimdilerde her sözün altına bir İslâm âliminin veya bir mânevî büyüğün veya bir sahâbe isminin yazılmasının ne kadar ziyâdeleştiği herhalde nazar-ı dikkatinizi celb etmiştir.

Halbuki, Bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay bir şey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu ‘Dikkat!’ kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir. diyen bir Üstad’a talebe olmuşuz veya ders almışız. 4

İnternet ortamı, sosyal medya paylaşımları herkesin mâlumdur, bu cihetten İslâmiyet, ilim ve âhiretimiz adına bu yazımız kaleme alınmış ve istifâdelerinize takdîm edilmiştir.

Hayır duânızı bekleyen bir kardeşiniz…
Ersin Miman

————————————————
1: Sünen-i Ebû Dâvud, Kitabü’l-ilm; Sahîh-i Buhârî, Kitabü’l-ilm; Sahîh-i Müslim, Mukaddime; Sünen-i Tirmizî, Kitabü’l-ilm 
2: Muhâkemat, Birinci Makâle, Dördüncü Mukaddeme 
3: Sözler, Lemaat 
4: Asâ-yı Mûsâ, Tarihçe-i Hayatın Önsözü