Selâten Tüncînâ (Münciye) Hakkındaki İddiâya Reddiye

Loading

SALÂTEN TÜNCÎNÂ (Münciye) HAKKINDAKİ İDDİAYA REDDİYE

Önemli bir ihtâr: İki bölüm hâlinde yazılmış olan reddiyemizin ikinci bölümünde, ilk bölüm hakkında bir tashihde bulunulmuştur. İkinci bölüm başında gerekli izâhât yapılmıştır. Bu tashih, sitemiz içinde ilk kısma da yansıtılmıştır. Her iki bölümü birleştirerek sitemizde yayınlıyoruz..

Salâten Tüncînâ (veya Münciye) nâmı ile meşhûr olan ve yalnızca Nûr Talebelerinin değil, sâir ehl-i îmânın da farz namazlarından sonra okuduğu bu salavât ve duâ hakkında bir takım asılsız ve hatalı tesbitler yaparak yazı yayınlayan ve bu iddiâlarına Bedîüzzaman Said Nûrsi Hazretlerini de dâhil ederek yanlış isnâdda bulunan ‘’Semendel Yayınları”na bir reddiye ve Salâten Tüncînâ’yı okumayı bırakanlara da ehemmiyetli bir ikâzdır.

Semendel Yayınları (eski adıyla Tahşiye Yayınları) adı altında bir dizi faaliyetlerde bulunanların, internet sitelerinde yayınlamış oldukları “Salât-ı Münciye (Salâten Tüncînâ) okumak doğru mu?” adlı yazılarında zikrettikleri üzere, “bizler Semendel Yayınları mensupları olarak farz namazlarından sonra salât-ı münciye’nin (Tüncînâ) okunmasını mü’min kardeşlerimize tavsiye etmiyoruz demelerini ve Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretlerinin de Salâten Tüncînâ’nın okunmasını doğru bulmadığını iddiâ eden ilânâtlarının asılsızlığını ve Risâle-i Nûr’ların ve müellifi Hazret-i Üstâd’ımızın da böylesi bir yalana âlet edilmesini izâh edeceğiz.

Ve bu tür iddiaları, te’vil ve beyânları sorgulamadan ve işin hakîkatini anlamadan, araştırmadan direkt kabûl etmemek ve her yazılana ve söylenene teslîm olmamak ve fitnelerin ve tahriblerin içine düşmemek ve delâllığını da yapmamak (paylaşmamak) lâzım geldiğini, bilhassa genç kardeşlerimizin âhiretlerinin menfaatine söylemeyi de elzem ve lâzım buluyorum. Zira, “biz de okumayacağız” tâbirleriyle sosyal medyada birbiri ardına paylaşımlar ve beğeniler yapıldığını müşâhede ediyoruz…

Semendel Yayınları olarak sitelerinde yayınlamış oldukları uyarı yazısını aynen aktarıyorum. Nazar-ı dikkatinizi celb etmek için bâzı satırları koyu renk yaptım.

“Ekseriyetle Risâle-i Nûr camiasına mensup olanların, farz namazlardan sonra okuduğu “Salât-ı Münciye” (Salâten tüncînâ duâsı) hakkında, Osmanlıca basılmış Lemeât’ın son kısmında dikkat çekici tesbitler yer alıyor. Latince nüshalarda görülmeyen bu kısımda Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretleri, içinde edebe ve hikmete aykırı, nâz ve muhâli barındıran duá olamayacağını belirtiyor.

Latince basılmış kitaplardaki Lemeát, “Anglikan Kilisesine Cevâb” bölümü ile son buluyor. Halbuki 1337 (1921) tarihinde Evkáf-ı İslâmiyye Matbaasında basılan bu eserin son tarafında Latince nüshalardan farklı olarak bir buçuk sayfa daha bulunuyor. “Mebhas / Duá muhâl hem ma‘sıyyet olmamalı.” başlığı ile yer alan bölümde şu ifadeler dikkat çekiyor:

Salât-ı Münciye hakkındaki bölümün Osmanlıca metni şöyle: 

دعا محال هم معصيت اولماملى 
دعا قطعًا صميميسه قبول اولور، گهى عينًا گهى معنًا. فقط شرطِ طلب دأبِ أدب، دائم اولور لازم. أدب يوقسه نياز اولماز.
تهوّسكارى، نازوارى، عتاب‌وارى دعا اولماز. محالى يا محال‌وارى، نظام و حكمته اويماز امورى ايسته‌مك اولماز.
نهايتلى أمرده بر نهايتسز عدد اولماز. بكۡا وير أقْصى الغاياتى تجاوزكارى بر نازدر، نيازى بر دعا اولماز.
عددِ معلومات اللّٰه ويا مقدارِ مقدورات، دعا مقياسى قالديرماز.
مگر اولسه كنايت كثرته، او ده نيّت ايستر، هر دم نيّت بولونماز.

‘Duá muhâl hem ma‘sıyyet olmamalı.’ başlığı ile yer alan bölümde şu ifadeler dikkat çekiyor:

Duá kat‘an samîmiyse kabûl olur, gehî aynen gehî ma‘nen.

Fakat şart-ı taleb de’b-i edeb, dâim olur lâzım. Edeb yoksa niyâz olmaz.

Tehevvüskârî, nâzvârî, ıtâbvârî duá olmaz. Muhâlî ya muhâlvârî, nizâm ve hikmete uymaz umûru istemek olmaz.

Nihâyetli emirde bir nihâyetsiz aded olmaz. “Bana ver aksá’l-gáyâtı” tecâvüzkârî bir nâzdır, niyâzî bir duá olmaz.

Aded-i ma‘lûmati’llâh veya mikdâr-ı makdûrât, duá mikyâsı kaldırmaz.

Meğer olsa kinâyet kesrete, o da niyyet ister, her dem niyyet bulunmaz.

Bu ilmî açıklamalara göre, Semendel Yayınları olarak farz namazlardan sonra Salât‑ı Münciye’nin (Salâten tüncînâ) okunmasını mü’min kardeşlerimize tavsiye etmiyoruz.Semendel Yayınları” (1)

Bedîüzzaman Hazretlerinin Salâten Tüncînâ salavâtını farz namazlarından sonra mutlaka okuduğunu ve kendisinin yanında yetişen ve yaşayan has talebelerinin de şâhitliği ile berâber, bizzat kendilerinin de farz namazlarından sonra Salâten Tüncînâ okuyor olmaları ve Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen ve Ağabeylerin de iştirâkiyle yapılan Mevlîd’lere iştirâk eden nice âlim ve mütedeyyin ehl-i ilim de dahil olmak üzere tamâmının, Mevlîd’lerin âhirinde kılınan toplu namazlarda Salâten Tüncînâ’yı imamla birlikte okuduğunu da ayrıca hatırlatalım.

Ve çok dikkat ediniz ki,
İlk teksîr Delâilü’n-Nûr’da bu duâ hakkında Bedîüzzaman Hazretleri şöyle demiştir: “Meşhûr-u âlem ve gâyet mücerreb ve umûm aktabların mergûbu bir salavât-ı şerîfedir.”

Ve Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretlerinin bizzat kendisine yazdırdığı ve vefâtına kadar da yanında bulundurduğu Cevşen-i Kebîr nâmlı defterinden, Salâten Tüncînâ’nın bulunduğu sayfayı paylaşıyorum. Bedîüzzaman Hazretlerinin bu salavât hakkında yazdığı (kâtibe yazdırdığı) not’u da ‘kırmızı okla’ gösteriyorum.

Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretlerinin bizzat kendisi için yazdırdığı ve vefâtına kadar da yanından ayırmadığı Cevşen-i Kebîr defteridir.

İçindeki Evrâd-ı Kudsîye (Delâili’n-Nûr) nâmıyla olan kısımda, ilk salâvat-ı şerîf Salâten Tüncînâ (Münciye) olup, Hazret-i Üstâd’ın bu salavât-ı şerîfe hakkında bizzat yazdırdığı notta şu yazmaktadır:

“Meşhûr-u âlem ve gâyet mücerreb ve umûm aktabların mergûbu bir salavât-ı şerîfedir.” 

(Yâni, âlemce meşhûr ve faydası çok kez tecrübe edilmiş ve kutub makamındaki büyük evliyalarca rağbet görmüş, kıymet verilmiş bir salavât-ı şerîfe’dir.)

Salâten Tüncînâ’nın devâmı Hazret-i Üstâd’ın bu defterinin arka sâhifesindedir. Bu defter, Hazret-i Üstâd’ın vefâtından sonra merhûm Mustafa Sungur Ağabey tarafından muhâfaza edilmiştir.

Bu delîllerden sonra, Risâle-i Nûr ve Bedîüzzaman Hazretleri üzerinden yapılan böyle bir iddiâyı tamâmen çürütüyoruz.

“Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretleri, içinde edebe ve hikmete aykırı, nâz ve muhâli barındıran duá olamayacağını belirtiyor” diyerek Salâten Tüncînâ’yı bu mâhiyette ilân eden ifâdelerine de gelince;

Hâlihazırda Bedîüzzaman Hazretlerinin kendine yazdırdığı husûsi defterinde Salâten Tüncînâ’nın olması ve kendisinin farz namazlarından sonra okuyor olması zâten yeterli bir cevâb olduğu halde, bu cihetten de o yanlışları kardeşlerimizin nazarına arz etmek isterim.

Önce Lemeât içinde kaydedilmiş olan ilgili yeri kaydedelim:

“Duâ kat’ân samîmî ise, kabûl olur gehî aynen, gehî ma’nen. Fakat şart-ı taleb, de’b‑i edeb, dâim olur lâzım. Edeb yoksa niyâz olmaz.

Tehevvüskârî, nazvârî, itâb-vârî duâ olmaz. Muhâlî, ya muhâlvârî, nizâm ve hikmete uymaz umûru istemek olmaz.

Nihâyetli emirde bir nihâyetsiz aded olmaz. Bana ver aksa’l-gâyâtı, tecâvüzkârî bir nâzdır, niyâzî bir duâ olmaz.

Aded-i ma’lûmâtullah veya mikdâr-ı makdûrât, duâ mikyâsı kaldırmaz, meğer olsa kinâyet kesrete. O da niyet ister, her dem niyet bulunmaz.” (Lemeât)

Salâten Tüncînâ (Münciye) salavâtını hatırlayalım ve meâlini de yazalım:

Meâlen: “Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve onun Ehl-i beytine öyle bir salât ve rahmet eyle ki; onunla bizi her türlü âfetlerden, korkulardan ve belâlardan kurtar. Onunla bütün ihtiyaçlarımızı gider, bizleri her türlü günahlardan bu salâvat hürmetine temizle, bizi katındaki derecelerin en üstüne yücelt ve bizi hayatta ve âhirette bütün hayırlı gâyelerin en ilerisine kadar ulaştır, ey duâlara cevâb veren Allah’ım. Âmin. Ezelden ebede her türlü hamd, şükür âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsûstur.“

Böyle makbûl bir duâ ve salavât çok yerlerde zikredildiği üzere, Delâil-i Hayrat mecmûasında en fazîletli, meşhûr ve mûteber olan toplam yüz yirmi sekiz salavât-ı şerîfe içinde Salât-ı Münciye’de (Salâten Tüncînâ) yerini almıştır.

Ehl-i Sünnet’in ittifâk ettiği bir salavât üzerinde ihtilâf etmek, ancak kendini ve ilmini pek yüksekte görmenin bir mahsûlüdür. Oysa ki biz ehl-i imân ancak, ehl-i Sünnet’in ma’nevî önderlerinin peşlerinden ve izlerinden gitmek ile istikâmetimizi kaybetmeyiz.

Denilmiş ki, “Bu ilmî açıklamalara göre, Semendel Yayınları olarak farz namazlardan sonra Salât-ı Münciye’nin (Salâten tüncînâ) okunmasını mü’min kardeşlerimize tavsiye etmiyoruz.”

Kendilerinin okuyup-okumaması bizi ilgilendirmez ancak ehl-i Sünnet’in kabûlüne mazhâr olmuş bir salavât-ı şerîfe’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek ise pek acip büyük bir cinâyettir…

Bu ümmetin ayakta durması ve himâyesi, amelleri kadar, duâları ve niyâzları iledir de…

Hem ehl-i Sünnet’in icmâsına ve ma’nevî büyüklerine karşı muhâlif olmamaya ve onların üstünde ahkâm kesmemeğe de azamî dikkat ve hassâsiyet…

Cenâb-ı Hakk (cc) umûm dâire-yi Nûriye’yi ve bu dâirede hizmet eden kardeşlerimizi muhâfaza eylesin. Âmin…

Evvelen bir tashih…

İlk makâlemizde ısrar ile üzerinde durduğum üç nokta vardı. Bunlardan birincisi; Lemeât’teki bahsin Salâten Tüncînâ için olmadığını ve hâliyle genel olarak umûmi duâlar hakkında olduğunu nazara vermiştim. İkincisi; Salâten Tüncînâ’nın okunmasından men’ edilemeyeceğini söylemiştim. Üçüncüsü; İkinciye delîl olarak başta Hazret-i Üstâd’ımız olmak üzere farz namazlarından sonra Salâten Tüncînâ’nın okunduğunu ve husûsi duâ defterinde ehemmiyetine dâir not düştüğünü ve sâir ehl-i Sünnet zâtların da bu Salavât hakkında hüsn-ü kabûlleri olduğunu zikretmiştim ve açıkça delîllerini de sizlerle paylaşmıştım.

Yaptığım bu üç teşhis ve izâhâtın içinde, birincisi olarak zikrettiğim kısımda ‘kısmen’ bir tashih yapmam icâb ediyor. Şöyle ki;

Salâten Tüncînâ’nın mânâ ve mâhiyetine bakar sâir delîlleri takdîm etmek üzerine bu ikinci makâleyi hazırlarken, epey geçmiş bir zaman önce bir kardeşim tarafından bana sözlü olarak aktarılan ancak şahsî araştırmalarımda güvenilir bir kaynakta yazılı olarak rastlayamadığım ve Merhûm Mustafa Sungur Ağabey tarafından gelen bir nakilden de bahsetmek ve mânâsı üzerine de izâhât yapmak niyetindeydim. Makâleyi tanzîm ederken bir kardeşim tarafından Mustafa Sungur Ağabey’e ait bir ses kaydı bana iletildi. Geçmişte bana sözlü olarak aktarılandan çok daha ziyâde ma’lûmat ihtivâ eden bu ses kaydı, bahsettiğim bu tashihi yapmaya beni sevk etti. Evet, Lemeât’teki bu bahiste zikredilen “aksâ’l-gâyât” ifâdesi umûm duâları içine alır bir mihenk olduğu halde, Salâten Tüncînâ üzerinden misâl verilerek yazıldığını (amma velâkin bunun okunmaz mânâsında olmadığını) Mustafa Sungur Ağabey’in ses kaydından dinledim, sizlere arz ediyorum…

Ses kaydındaki ilgili satırları aynen aktarıyorum:

“Nur Talebeleri böyle kahramandırlar. O da (Bekir Berk Ağabey) o sahanın (kahramanı), her birinde böyle misâl var. Salâten Tüncînâ varya, Salavât-ı Şerîfe amma duâdır yâni. Salavât-ı Şerîfe de duâdır.[Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten] Allah’ım sen öyle bir salât et ki,[tüncînâ bihâ] onunla bize necât ver. [min-cemî’il-ehvâli vel âfat.] (…) [Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât] Cemi hacâtlarımızı Resûlullah’ın hürmetine kaza et. (…) [ve terfe’unâ bihâ ındeke a’lâ’d-deracât] Allah’ın indindeki en üstün derecelere bizi terfi et, yükselt. Yine Resûlullah’ın hürmetine. [ve tubelliğunâ bihâ aksâ’l-ğayât] Onun ile, Terakkinin, hedefin en ahsâsına bizi şey yap (ulaştır, vâsıl eyle). Üstâd diyor burada bu duâ muhâldir diyor bi zaman buna. Bu aksâ’l-ğayât Resûlullah’ın makâmıdır. Bunu istemek muhâldir. Hatta eski eserlerde yazmış, sözlerde var bu. Lemeât’da var. Sonra diyor ki, sonra anladım ki yâni, herkesin kendi istidâtı aksâ’l-ğayât’ı. Şimdi hepimiz buraya, bu dünyâya Allah’ın bize derc ettiği, böyle islâm’dan önce ektiği tohumların inkişâfına yâni onun için dünyaya gelmişiz. Herkes kendi gâyâsına en aksâ’sına ulaşmak. Tabii bu aylar diyelim, muhitine, şeyine göre değişir ama demek istediğim, bunun için dünyaya gelmişiz. İstidâdları lem’âlandırmak için gelmişiz (…) Bunlar da birer ve’sile işte. (… ilâ âhir)“ (1)

Bu tashîhimizi ve hükmümüzü zanna dayanarak değil, mevcûd bir delîle isnâd ederek yaptıktan sonra önemle arz ederim ki; Hazret-i Üstâd’a bu Salavât’ın mânâsı sonradan açılmış ve demiş ki; “sonra anladım ki, herkesin kendi istidâtı aksâl-gâyâtıdır”.

Lemeât ilk 1921 yılında te’lif edilmiştir. Lemeât’teki bahsin de te’lif târihini buradan anlayabiliyoruz. Ancak Hazret-i Üstâd’ın Mustafa Sungur Ağabey’e olan bu izâhâtı ve ilk teksîr Delâili’n-Nûr’un basılması elbette ki çok daha ilerideki bir zamandadır. Bu durumda Allah’u âlem, Hazret-i Üstâd’ımız bu mânâsına binâen Lemeât’ın yeni basımlarında bu bahsi çıkartmış ve Delâili’n-Nûr içine fazîletine dair notu eklemiştir diye anlıyorum.

Semendel Yayınları demiş: “Latince harflere çevrilen Lemeát nüshalarında ise bu bölümün neden kaldırıldığı hususunda ma‘kúl ve mantıklı bir îzáha rastlanamıyor.” (2)

Lemeât, parlayışlar, parıltılar mânâsına gelmektedir. Eser 48 sayfadır. Ayrıca sonunda ‘Tarihçe-i Hayatın Zeyli’ diye iki sayfalık bir ek bölümü vardır. Bu ek bölümde Abdülmecid Nursi’nin ve Abdurrahman Nursi’nin birer küçük manzumeleri yer almaktadır.

Bu eserin yeniden neşri sırasında, müellifi Bedîüzzaman tarafından bâzı değişikliklere tabi tutulmuştur. ‘Sözler’ isimli eserin sonuna, yeni harfleriyle eklenen Lemeât, 1957 yılında bizzat müellifi tarafından bâzı değişikliklere tabi tutulmuş, bazı çıkartmalar yapılarak daha da küçültülmüştür.” (3)

Evet, ağabeylerin de mükerreren söylediği gibi, Risâle-i Nûr eserleri üzerinde bu nev’deki bir tasarruf ancak müellifi Bedîüzzaman Hazretlerine âittir ve günümüzdeki lâtini olarak basılan Risâleler tamâmen böyledir ve bu nev’deki bir tasarruf Onun izni olmadan (yâni bir bahsin tamâmen risâlelerden çıkarılması gibi) yapılmadığını ve yapılamayacağını mükerreren beyân etmişlerdir. Merhûm Abdulkadir Badıllı Ağabey, Hazret-i Üstâd’ın kendisine âit el yazılarıyla risâlelerin üzerinde yaptığı tashîhleri göstermiştir.

Hazret-i Üstâd’ın husûsi duâ defterini arka sayfasıyla birlikte yeniden yayınlayalım.

Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretlerinin bizzat kendisi için yazdırdığı ve vefâtına kadar da yanından ayırmadığı Cevşen-i Kebîr defteridir. Hazret-i Üstâd’ın, Salâten Tüncînâ (Münciye) hakkında yazdırdığı notta şu yazmaktadır: “Meşhûr-u âlem ve gâyet mücerreb ve umûm aktabların mergûbu bir salavât-ı şerîfedir.” (Yâni, âlemce meşhûr ve faydası çok kez tecrübe edilmiş ve kutub makâmındaki büyük evliyâlarca rağbet görmüş, kıymet verilmiş bir salavât-ı şerîfe’dir.) (4)

SALÂTEN TUNCÎN hakkında Şifâü’l-Eskâm eserinde Fakihânî Rahimehullah Ebû Mûsâ Darir’den şöyle nakleder: “Bir gemi yolculuğunda Aklabiye denilen çok şiddetli bir fırtınaya tutulan bu zat, uyku esnasında Resulullah Efendimizi görür ve Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kendisine bin defa okumak üzere Salâten Tüncînâ Salavât-ı Şerifesini tâlim buyurmalarını söyler. Nihâyetinde tüm gemi halkının kurtulduğunu nakleder.” (5)

Hadislerde geçen bu mâhiyetteki duâ metinlerinden de birkaç misâl verelim;

Ümmü Gülsûm binti Ebî Bekr rivâyet ediyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Âişe’ye şu duâyı öğretti: “Allahım! Senden şimdi ve gelecekte (olacak) olan, bildiğim ve bilmediğim bütün hayırları istiyorum. (…) Allahım! Senden kulun ve Resûlün Muhammed’in istediği bütün hayırları istiyorum.” (6)

Ve aynı şekilde,

Şeddâd b. Evs der ki: Hazret-i Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bize namazımızda (veya namazımızdan sonra) şöyle duâ etmeyi öğretirdi: “Allahım! Bildiğin bütün hayırları senden istiyorum.” demiştir. (7)

Hadislerde zikredilen “…. bütün hayırları istiyorum” ifâdeleri de sayısız, miktarsız ve tamâmını istemek nev’indendir, fakat Allah’ın Resûlü aleyhissalâtu vessellâm bu şekilde duâ etmeyi öğretmiştir. Demek şuurlu olunmasa bile herkes kendi istidâtının aksâ’l-gâyâtını istemiş oluyor. Zâten aksi olması için kişinin kendini umûm Peygamber ve Nebîlerden öteye koyar ve ötesini ister bir niyet ile duâ etmesi lâzımdır ki, akl-ı selîm olan bir Mü’min’den südûr edecek bir niyâz değildir.

Ayrıca birçok hadiste, ‘şunları derseniz veya bunu zikrederseniz…’, amellerinizin en hayırlısını ve Allah katında en iyi ve en yücesinden daha da iyi olanını elde etmiş olursunuz veya ‘günde yüz defa şöyle şöyle deseniz, bundan daha çok yapan olmadıkça kimse kendisine yetişemez veya kıyâmet gününde sevâb olarak onu geçemez…’ gibi teşvîk ve müjdelerle dolu duâlar ve zikirler vardır.

Salâten Tüncîna (Münciye), Delâili’n-Nûr içinde kaydedilmiştir ve Cevşenü’l-Kebîr başta olmak üzere bâzı evrâd ve ezkâr kitapları içinde Delâili’n-Nûr ismiyle bulunmaktadır. Ve Salâten Tüncînâ Salavât-ı Şerîf’i ile başlamaktadır. Bir çoğunda Bedîüzzaman Hazretlerinin meşhûr notu bulunmaktadır.

Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor: “Üstâdımız, kırlara gittiğimizde hiç boş durmazdı. Daima Cevşen, Evrâd-ı Bahaiye, Delâili’n-Nûr, Hülâsâtü’l-Hülâsâ, Hizbi’n-Nûriye, Tahmidiye ve hususan Sekine’yi hiç bırakmazdı.” (8)

Tâhiri Mutlu Ağabeyin ‘Kırk Anbar’ ismini verdiği ve kendi el yazısıyla hazırladığı ve her dâim yanından ayırmayarak okuduğu bu duâ kitabında, Yâsîn, Amme, Mülk, Fetih, Rahman gibi sûreler ile birlikte Cevşen, Evrâd-ı Kudsiye, Tercümân-ı İsm-i Azam, Veysel Karanî’nin duâsı, Delâili’n-Nûr, Hulâsâtü’l-Hulâsâ, Sekine, Tahmidiye, Celcelutiye ve sâir duâlar ve Risâle-i Nûr’dan bâzı alıntılar da bulunmaktadır.

“Tahiri Ağabey, Kur’ân’a başlamadan önce (…) Delâili’n-Nûr’dan kısa bir bölüm okuturdu.” (9)

“Ahmed Fuad Hoca çok takvâ, abid ve maneviyatı kuvvetli bir zattır. Torunu Nureddin Cemal Güven şunları anlattı: Ahmed Fuad Efendi’nin annesi Mevlana Hazretleri’nin kırkıncı göbekten torunudur. Hayatı, nizam ve intizam içinde geçmiş, planlı yaşamış bir insandır. Bir ay önceden yapacaklarını planlayan bir insandı. Bir ömür boyu günlük tutmuştur. Fevkalade Türkçe’ye hâkim bir insan. İstanbul lehçesi Türkçe konuşan, hiç kazaya kalmış namazı olmadığı halde belki kabul olmamıştır diye bunları hesaplayıp yeni baştan kılan birisidir. Hiç teheccüt kazası yoktur. Öldüğü gece dahi teheccüte kalktı. Secdeye elimle götürüyordum. Ya Allah, Ya Rahman, Ya Rahim diyerek öldü. (Ahmet Fuad Hoca da) Geceleri Cevşen, Delâili’n-Nûr ve Evrad-ı Kudsiye gibi zikirleri ezberden okur. Hâfız olması cihetiyle Üstad kendisine Hâfız Ali’nin varisi, eğitimci olması bakımından da Safranbolu’nun Hasan Feyzi’si olarak iltifat ederdi.” (10)

“Atıf Ağabey, 1949’da Aydın’ın Nazilli ilçesine bağlı Sultanhisar bucağına yerleşir. Burada Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltmaya devam eder ve Osmanlıca hususunda çok sayıda talebe yetiştirir. Yakın çevreyi de devamlı gezmeye başlar. 1952’de yakın talebesi Sabri Karagöz ve Konyalı Halıcı Sabri ile beraber Nazilli’de çok ağır şartlar altında bir hapis hayatı daha yaşar. Hasan Atıf Egemen, Ege’de geçimini sepet, çuval, süpürge satarak temin eder. Daha sonra Cevşenü’l-Kebir, Delaili’n-Nur, Hülasatü’l-Hülasa yazarak İzmir’de tabettirir. Osmanlıca hattı çok mükemmel ve okunaklıdır.”(11)

“Atıf Efendi, Cevşenü’l-Kebir, Evrad-ı Kudsiye, Delâili’n-Nûr ve Hülasâtü’l-Hülâsâ’yı yazmış, tab’ettirmiş ve Üstâd’ımıza da bir miktar göndermişti. Bu hizmete 1950’de başlamıştı. Sonra da Üstâd’ımız İstanbul’da iken, huzurunda bazılarını tashih ettirmiştir, bu hususa dair Hz. Üstad’ımız bir mektubunda şöyle demiştir:

Rabian, Kardeşimiz Atıf’ın Pakistan gibi yeni İslâm Devletlerine Delâili’n-Nûr ve Hülâsâtü’l-Hülâsâ’yı göndermek ve başta Arabî bir fıkrada benim bulunmam niyetini Hüsrev’e yazıyor. Evet, Atıf’ın fikri ile bunları Nûr Mecmûaları ile beraber Medresetü’z-Zehra’nın erkânı münasip gördüğü tarzda göndermeleri münâsiptir.”(12)

İsmail Yıldız anlatıyor: “İkinci mahkemenin sonunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine naklettiler. Otuzbeş gün de Diyarbakır Cezaevinde kaldım. Yetmiş gün kadar mevkufiyetim oldu. Cezaevinde Cevşen, Delâili’n-Nûr ve bir kısım Risâleleri yazıyordum. Mevkuflardan biri okuma yazma bilmediği halde, sabahtan öğleye kadar yanımızda oturur, yazılara bakardı.”

Bu yaşanmış ve canlı şâhitlerden misâller yazmamızın sebebi, içinde Salâten Tüncînâ’yı ihtivâ eden Delâili’n-Nûr ile azîm bir meşgûliyetin olduğunu ve Bedîüzzaman Hazretlerinin de tamâmından haberdâr olduğunu anlamamız içindir. Ve bu gayretlerin hepsi Lemeât’ın ilk te’lif tarihi olan 1921’den en az sekiz-dokuz yıl sonrasından itibâren, Hazret-i Üstâd’ın vefâtına kadar kendisinin ma’lûmatı dâhilinde ve tensibiyle vuku’ bulmuştur. Bu da Salâten Tüncînâ’nın makbûliyetini umûmuza gösterir açık bir delîldir.

Elhâsıl,
Salâten Tüncînâ içinde zikredilen, “bizi katındaki derecelerin en üstüne yücelt ve bizi hayatta ve âhirette bütün hayırlı gâyelerin en ilerisine kadar ulaştır ey duâlara cevâb veren Allah’ım” denildiği vakit, el­Müsned’de Ümmü Gülsüm’den zikredildiği üzere, “Allah’ım! Senden, Senin katında olanlardan dilerim” veya Sünen-i Tirmizî’de İbn Abbâs’tan nakledilği üzere “Kullarından birine vaat ettiğin veya kullarından birinin ulaştığı bir hayır varsa, ondan istiyorum senden Ey Âlemlerin Rabbi!”veya yine Sünen-i Tirmizî’de Ali b. Ebî Tâlib’den rivâyet edildiği üzere “Allahım! Beni en güzel ahlâklı olmaya yönelt” veya Sünen-i İbn-i Mâce’de Hz. Âişe’den rivâyet edildiği üzere “Allah’ım! Ben senden hayrın her türlüsünü isterim. Acil olanını, acil olmayanını, bilebildiğim ve bilemediğim her türlü hayrı Senden isterim” gibi duâlar ve istekler hep bu minvâldedir yâni Bedîüzzaman Hazretlerinin de ifâde ettiği gibi, herkesin kendi istidâdının nihâyetine bir talebi ve duâsıdır. Bu hadisler de bizlere birer misâl ve delîldirler. Evet, hem bu nev’den hadislerin olması, hem Hazret-i Üstâd’ın izâhatı, hem Lemeât’ın yeni basımlarında bu bahsi çıkartması, hem vefâtına kadar Delâili’n-Nûr’un basılması ve kendisinin de bizzat okuyor olması, hem Salâten Tüncînâ’nın fazîletine dâir düştüğü nota kadar herşey bu mânâların hakîkat olduğunu bizlere gösteriyor… (13)

Mustafa Sungur Ağabey anlatıyor: “Diyebiliriz ki: Said Nursî, hizmeti ile, âsâr-ı Nuriyesinin devamlı hayattar neticeleriyle ve günbe gün gelişen cemaat-ı nuriyenin dünyanın dört bucağındaki hizmetleriyle ‘es-sebebü kelfâil’ sırrıyla dâima yükseliyor, terakkî ediyor ve hayat-ı ebediye hesâbına teâli ediyor. Ve rıza-ı İlâhiyenin nihâyetsiz merâtibine doğru bir değil, binler kanatla uçup gidiyor, gidiyor… Ve kıyâmete kadar da yükselecek, gidecek, gidecek… Tâ ‘aksâl-gâyât’ına kadar gidecektir. Ve minallahi’t-tevfik… Zâlike’l-fadlu minallah..” (14)

Salâten Tüncînâ (Münciye) meâlen:

Meâlen: “Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve onun Ehl-i beytine öyle bir salât ve rahmet eyle ki; onunla bizi her türlü âfetlerden, korkulardan ve belâlardan kurtar. Onunla bütün ihtiyaçlarımızı gider, bizleri her türlü günahlardan bu salâvat hürmetine temizle, bizi katındaki derecelerin en üstüne yücelt ve bizi hayatta ve âhirette bütün hayırlı gâyelerin en ilerisine kadar ulaştır, ey duâlara cevâb veren Allah’ım. Âmin. Ezelden ebede her türlü hamd, şükür âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsûstur.“

حَدَّثَنَا أَبُو بِشْرٍ بَكْرُ بْنُ خَلَفٍ قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي عَدِيٍّ، عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مَيْمُونٍ، عَنْ أَبِي عُثْمَانَ، عَنْ سَلْمَانَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: ” إِنَّ رَبَّكُمْ حَيِيٌّ كَرِيمٌ، يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ أَنْ يَرْفَعَ إِلَيْهِ يَدَيْهِ، فَيَرُدَّهُمَا صِفْرًا، – أَوْ قَالَ: خَائِبَتَيْنِ – “

Selmân radıyallahu anhu dan rivâyetle, Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem şöyle buyurdular: “Şüphesiz ki Allah dilekte bulunan, isteyen kuluna, vermemekten haya eder. İkrâmı boldur, kulunun kendisine ellerini kaldırarak duâ ettiğinde onları boş çevirmekten haya eder.” (O iki eli boş çevirmez). (15)

Kardeşlerim hepinize binler selâm ederim…
Ersin Miman

————————————————
1: Youtube üzerinde ses kaydını bulduk. Bknz: https://www.youtube.com/watch?v=qeSrvzVK2n8 
2: http://www.semendel.com/haberler/75/salat-i-munciye-salaten-tuncina-okumak-dogru-mu 
3: Son Şahitler-1, Necmeddin Şahiner, Mart 2005 Baskısı 
4: Bedîüzzaman Hazretlerinin husûsi defteri, Barkod Medya Tarafından orijinal sâhifeleri taranarak birebir aynı görüntüsünde, “Bediüzzaman Said Nursi’nin Bizzat Yazdırdığı ve Okuduğu Orijinal Cevşen-i Kebir ve 33 Hadis-i Şerif” adıyla kitap olarak basılmış ve 2013 yılında yayınlanmıştır. 
5: Tuhfet-üs Salavât, Hüseyin İbn-i Aliyyül Kâşifi; Şifâu’l-Eskâm; Fecri Münir, İbn-i Fâkihâni; Rûhu’l-Beyân Tefsîri, Ahzâb Sûresi, 56. âyet 
6: El-Müsned, Kitâbü’l-Ezkâr ve ‘d-Deavât (14995); Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’d-Duâ; Buhârî, el-Edebu’l-Müfred; İbn Hibbân, 598/2413; Hâkim, 1/521 
7: El-Müsned (5377); Sünen-i Tirmizî, Kitâbü’d-Deavât; Sünen-i Nesâi, Kitâbü’s-Sehv; Kenzu’l-Ummal, Cevâmiu’l-Ed’ıya 
8: Son Şahitler-3, Necmeddin Şahiner, Ağustos 2004 Basım 
9: Kulluğu İçinde Bir Sultan, Tahiri Mutlu, Nesil Yayınları 
10: İhsan Atasoy’un hâşiyesi, Musta Sungur, Nesil Yayınları 
11: http://www.risalehaber.com/husrev-ve-tahirinin-ucuncusu-atif-egemen-76821h.htm; Ağabeyler Anlatıyor-6, Ömer Özcan 
12: Mustafa Sungur, Nesil Yayınları 
13: Bahsi geçen hadisler; el-Müsned, Kitâbü’l-Ezkâr ve ‘d-Deavât (14426); Sünen-i Tirmizî, Kitâbü’d-Deavât; Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’d-Duâ 
14: Son Şahitler-4, Necmeddin Şahiner, Mart 2005 Basım 
15: Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbu’d-Duâ; Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbu’s-Salât; Sünen-i Tirmizî, Kitâbü’d-Deâvat