Hediye kabul etmemekte (ki) ölçümüz ne olmalıdır?

Loading


Elhâsıl:
İman hakikatlerini ve ahkâm-ı İslâmiye’yi ders verenlerin veya hizmeti temsil makâmında görülenlerin hediyeyi pek güzel ve nâzik bir uslûb ile izah ederek geri çevirmesini münâsip ve yerinde buluyoruz ancak, mecbur kalındığında, karşı tarafta cidden bir gücenme ve kırılma hâsıl olacaksa, mukâbele ile kabul edilmesini salık veriyoruz.

Hele bu mertebede olmayan kardeşlerin, muhabbet ve uhuvvete medâr olabilen hediyeleşme sünnetinden kaçınmamak ve bunun dâhi hizmet olabileceğini ve çok gönül köprülerini inşâ edeceğini düşünerek hareket etmeleri lâzım diyoruz.

Evet, size o hediyeyi takdim etmek için zahmetlere girip, size büyük bir muhabbet ile gelen ve yüreğinden süzerek hediyesini veren, sevinç ve tebessüm dolu gözleri geri çevirmenin ve red etmenin kalplerde bıraktığı burukluğu, kırıklığı tamir etmek bir daha mümkün olmayabilir.

Herşeyin ölçüsünü dikkatlice tayin etmek ve niyetleri hizmet odaklı tutmak kaydı ile meşhûr Mustafa Sabri efendinin dediği gibi;

“Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm, bugün öyle mücahidler ister ki; dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.” 26

Bu zâtlardan olmaya çalışmak lâzım gelir.
Bu ifade yazıldı ki, bu hususta ahiretinizi fedâ eder bir durum olmadığı halde, yapabileceğiniz fedakârlıkların ölçüsünü size hissettirsin.

Evet hediyeleşmek güzel ve câri bir sünnet olduğundan icrâsında sıkıntı olmaz.

Velev ki, hizmette iken hediye almasın… 
Veya hizmet adına gittiği yerden hediye almasın… 
Veya olur olmaz herkesden hediye almasın…

Burada bir istisna ise; yazılan ilk iki şartta kim olursa olsun hediye almamalı.

Bakınız başımdan geçen bir hâtıra; 2013 Barla ziyaretimizde, ders ve sohbetlerimize gelmeye başlamış bir kardeş hediye alıp, bendenize takdîm etmek istedi. Çekinmiş, birkaç kişiye sormuş. Demişler “götürme, hediye almaz”. Fakat hediye vermeyi çok arzu ettiğinden dayanamamış, gitmiş almış ve elinde hediye ile karşıma geldi. Dedi “abi, hediye almadığınızı bana dediler ancak ben size bu hediyeyi cidden vermek istiyorum”. Dedim “kardeşim, zaten size söylemişler, ben hediye alamıyorum”. Dedi “biliyorum fakat ne olur kabul edin, öylesine kalbimden geliyor ki, çok istiyorum, lütfen kabul edin”. Baktım kardeşin duruşu, konuşması, gözleri samimiyet akıyor. Dedim “ben hediye alamıyorum ancak hizmet adına bir kardeşe bir hediye gönderecek idim, bunu ona vermek şartı ile almış olayım, kabul edermisin?”. Dedi “ben size vereyim de, siz nasıl uygun görürseniz…”. Ve aldım ve yüzündeki mutluluk ifadesi hâlen hatırımdadır.

İstisnâ bir sûrette ve nâdir olarak vuku’ bulduğundan, ayrıca kardeşin samimiyeti ile birlikte kendisinin kötü bir geçmişten sıyrılıp bizlerle tanışmış olmasına kadar hassasiyetleri nazara alarak, kaybetmemek, kazanmak ve gücendirmemek adına hediyesini aldım.

Mukabele ise, evet …
Fakat (bazen) hemen hediyesine mukâbil gibi göstermeden, bir vakit sonra takdîm de edilebilir. Hatta bu, geçen zaman sonrasında, gönülerin sıcaklığını muhâfaza etmeye de ve’siledir.

“Eğer mecburiyetle hediye almış isem, mukabilini vermek şartıyla aldığımı, bana hizmet eden dostlarım bilirler. 27

“Arkadaşlarıma daima tavsiye ve telkinatım, hiçbir maddî menfaat düşünülmemesidir. Çünki, din dünyaya âlet olmaz. Ve din, vasıta-i cerr ve maddî menfaatı kat’iyyen kabul edemez.” 28

Din “vasıta-i cerr” yapılmaz. Geçim, mâişet vâsıtası, vesilesi yapılmaz demektir.

Unutmayalım, hediyeleşmekten kaçınırken çok gönüllerin ve kalplerin kırıldığını ve karşı tarafın kendini pek yanlış bir şey yapmış gibi hissetmesine sebep olunduğunu ve dahası Cemaat olarak tenkidlere kapı açıldığını bilelim.

Deylemî’den (r.a.) mervi bir hadis şöyledir:
“Allah bir kulunu severse o kulu, Zât-ı Ulûhiyetine (dinine) hizmet için seçer, (dünyevî iştihalardan) imsak ettirir. O kulu, kadın ve evlad ile meşgul ettirmez.”

Herşeyin bazı şartları var. Bu şartlara hâiz kardeşleriniz bundan içtinab edecek, mecbûrdur fakat, bu her birimiz için ve her biriniz için de böyledir veya böyle olmalıdır demek değildir. Sünnet olduğunu da hatırdan çıkarmayalım.

Peki nasıl hareket edeceğiz?
Yukarıda izâh ettiğimiz o makâmda bulunan kardeşlerimiz, kendilerine hediye takdîm edilse, “biz hediye almıyoruz” demek ile kesip atmak yerine, karşı tarafın gönlünü yaparak ve mâkul bir izahât ile ikna etmeğe ve gönlünü almaya çalışması mutlak şarttır. Karşımızdaki bir insandır. Kalbi ve duyguları var.

Mesela bu mâhiyetteki kardeşler, kendilerine hediye vermek isteyenlere belki diyebilirler;

“Kardeşim sizin vermek istediğiniz bu hediyeyi bütün kalbimle mânen kabul ediyorum, başımın üzerine koyuyorum. Ancak maddeten almaya me’zun değiliz. Hediyeleşmek sünnettir ve pek güzel bir sünnettir. Biz dâhi teşvik ediyoruz. Ancak ne var ki, bütün kardeşlerimiz için değil fakat hizmetin aktif vazifedârları olarak biz âcizlerin hediye almaması hususunda Üstadımızın bu asra bakar bazı sebeplerden ötürü ihtarı var. Sakın ama sakın gücenmeyiniz. Bizim hediye almamaklığımız dâhi, sizlere hizmet içindir. Hem bu muhabbetiniz ve samimiyetiniz bizim için de karşılıklıdır. Dilerseniz bu husustaki ilgili yerleri Risale-i Nur’dan okuyalım, hem sebebini ve mâhiyetini de anlamış olursunuz” gibi bir izahâtın yapılması mutlaka elzem ve lâzımdır.

Önemli bir husus ise, size hediye vermek isteyenin samimiyetidir. Yoksa size hoş görünmek için veya bundan bir menfaat elde edebilir veya minnet altına sokmak gibi hasletler karşınızdaki şahısta olsa, hangi makâmda olursanız olun, elbette almazsınız. Bu yüzden yukarıdaki üç maddenin en altında yazıldı ki; “Veya olur olmaz herkesden hediye almasın…”.

Hem o hediyeyi almak bizim ihlâsımıza zarar verecek veya şöhret, beğenilme gibi hisleri bizde uyandıracak veya öyle hissettirecek ise elbette alınmayacak. Mâkûl bir mâzeret ve izâh ile gönlünü yapmalı.

“Mesleğimizin esası, a’zamî ihlas ve terk-i enaniyettir. İhlaslı bir dirhem amel, ihlassız yüz batman amele müreccahtır. İnsanların maddî manevî hediyelerinden, hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöhretten şiddetle kaçıyorum.” 29

Şimdi akıl ve fikrinize, kalp ve vicdanınıza soruyorum. Dünya üzerinde pek mühim bir nüfusa ulaşmış ve yayılmış olan Risale-i Nur talebelerinin, aralarında hiçbir şekilde hediyeleşme yapmadıkları ve başkalarının da kendilerine hediye vermesine müsaade etmediklerini tasavvur ederseniz, dışarıdan nasıl görünür? Bir mânâda o Cemaat ruhsuz bir ceset gibi görünmez mi? Ve sünnete muhâliftirler diye hakkımızda bu ithâmlara sebep olmaz mı?

Ve İslâmiyetin pek güzel bir âdeti ve kalplerin yumuşamasına ve muhabbetin te’sisine medâr olan hediyeleşme sünnetini ortadan kaldırıyor durumuna düşülmez mi?

Evet, vermek istemek fıtratı, câridir. Önü kesilse, insâniyet damarı kesilmiş olur.

“Her kalb, kendine ihsan edeni sever…” 30

“Fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek veihsana karşı sevmek vardır.”31

“Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemale karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır…” 32

Hem Cemaate gelen kardeşlerimizin gönüllerinde uhuvvet ve muhabbeti te’sis etmek(te) bir vazifemiz değil mi? Kalpleri İslâmiyete ve Risale-i Nûr’lara ve Risale-i Nûr mekânlarında olan samimiyete de ısındırmak…

Peki, sizler kardeşlerinizin evlerine aile ziyaretleri yaptığınızda elleriniz tamamen boş mu gidiyorsunuz? O götürdükleriniz de hediye nev’inde değil mi?

Çocuklarınıza arkadaşlarıyla hediyeleşmeyi salık vermiyor musunuz?

Nezâket, kibarlık, gönül yapma, gönül alma, ikram etme, cömertlik hasletleri bizim Müslümanlığımızdan (İslâmiyetimizden) değiller mi?

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyuruyorlar ki;

تَهَادّوْا فَإنَّ الْهَدِيَّةَ تُظْعِفُ الْحُبَّ وَ تَذْهَبُ بِفَوَاءِلِ الصَّدْرِ

“Hediyeleşin, çünkü hediye sevgiyi arttırır, kalpteki kötü hisleri giderir.”33

Ben anlıyorum ki, bu husustaki duruş ve tutumlarımızı yeniden gözden geçirip hizmet odaklı hareket etmemiz lâzım. Hizmet odaklı niyetlerimizin de hizmete dâhil olduğunu bilmemiz lâzım. Bilirsiniz, ameller, niyetlere göredir. Ayrıca bâzı içtihadlara göre, İslâmiyete yanaşabilecek olan, Mü’minlere faydası dokunabilir olan gayr-ı müslimlere de (Müellefet’ül Kulûb) nâfile sadaka ve hatta zekat verilebildiğini de içtihâdlardan biliyoruz.

Elhâsıl hizmet devrindeyiz. Kalpleri kazanma ve gönülleri feth etme asrındayız. Gönül ve sinelerin celb edilebilmesi ise değer vermekten geçer. Sevip, saymadan geçer. Karşımızdakilerin önem verdiklerine önem vermek ve onlar için önemli olan şeyleri göz ardı etmemek de uhuvvet ve muhabbetin köprüleri ve sütûnlarıdır. Bu cihette yerine göre kalpleri hoşnut etmek hem sünnettir, hem de hizmettir. Niyet İslâmiyete hizmet ise, meşrû dâirede olmak kaydı ile herşey hizmet olur.

Cenâb-ı Hakk (c.c.) hizmetlerinizi ve hizmet şevklerinizi arttırsın…
Bâki olan Allah’a (c.c.) emânet olunuz.
Ersin Miman

—————————-
26:   Asâ-yı Mûsâ, Envar Neşriyat, sh: 260
27:   Tarihçe-i Hayat, Üçüncü Kısım, Bedîüzzaman Said Nursi’nin Eskişehir Mahkemesi Müdafaatından Bir Kısmı
28:   Barla Lâhikası, Envar Neşriyat, sh: 369
29:   Tarihçe-i Hayat, Envar Neşriyat, sh: 699
30:   Sözler, Otuzikinci Söz, İkinci Mevkıf, Üçüncü Maksad, Dördüncü Remiz
31:   Lem’âlar, Onbirinci Lem’â, Onuncu Nükte
32:   Lem’âlar, Onbirinci Lem’â, Onuncu Nükte
33:   Muvatta, Hüsnü’l-Hulk; Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan, 16.cilt, sh:238;

Sayfalar: 1 2 3 4