40 Hadis Yaşayalım mı?

Loading

ÖNSÖZ

“Bismillâh, her hayrın başıdır.”

Bütün maksâd ve gayretimiz, sâhibi olduğumuz dinimizin hakîkatlerini hayâtımıza geçirmek için bir adım atabilmektir. Bu husûstaki gayretimizin, Cenâb-ı Allah (c.c.) tarafından kabûl edilmesini diler, muvaffâkiyeti O’ndan dileriz.

Evvelâ bizi bu çalışmaya sevk eden, kendi bünyemizde ki çocuklarımız ve gençlerimiz ile olan iştigâllerimizde bu ihtiyâcı hissetmiş olmamızdır. Sonrasında ise umûmun istifâdesine sunmak arzusu neşet etmiştir.

Hadislerin tamâmı, hadis âlimlerinin Arapça eserlerinden tercüme edilmiştir. Hadislerin kaynakları ise kitabın sonunda topluca verilmiştir.

Bilhassa çocuklar ve gençlere hitâben olsa da, hepimizin okuması ve hayatımıza tatbîk etmesi elzemdir. Çünkü hadisler Peygamberimizin (sallallahû aleyhi ve’s-Sellem) tatbikâtı olmakla berâber, bizleri rızâ-i İlâhî’ye götüren anahtarlar hükmünde olup, âlemimizde terbiye-i İslâmiye’nin te’sîsine vesîledirler. Hem bizleri menfî ve şerr cereyânlara karşı da koruyan kuvvetli birer kal’a hükmündedirler.


HADİS : 1

Bir kimsenin malâyani şeyleri terk etmesi
müslümanlığının kemâlindendir. 

1 مِنْ حُسْنِ إِسْلامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لا يَعْنِيهِ 

Çok seveceğiniz bir yere âileniz ile birlikte kalmak için gidecek olsaydınız, nasıl bir hazırlık yapardınız?

Hiçbir hazırlık yapmayıp, umursamadan öylece oturup bekler miydiniz? Yoksa gideceğiniz yerde size lâzım olacak eşyalarınızı toplar, en güzel oyuncaklarınızı, kıyâfetlerinizi seçer ve gideceğiniz yer için hazırlıklar mı yapardınız?

Elbette ki tamâmen eli boş gitmemek için hazırlıklar yapardınız. Hem işinize yaramayacak şeyleri değil, bilâkis ihtiyâcınız olacak eşyâlarınızı yanınıza alırdınız.

Biliyor musunuz – işte böyle bir yolculuk bizi ve sizleri bekliyor.

Nereye mi?

Benzersiz güzellikler ve hârikalarla dolu, en az bu dünyâ kadar büyük bir Cennet bahçesine.. Orada Cennete lâyık bir sûrette istediğiniz her şey var. Hem en sevdiklerinizle de berâber olacaksınız. Şimdi gelin hepberâber Cennet için lâzım olan şeyleri yanımıza alalım!

Neler mi lâzım?

Evvelâ, o Cennet’in Sâhibî kimdir, O’nu çok iyi tanımamız lâzım ki; hem o Cennete O’nun rızâsı ile, izni ile  girilir, hem de oraya girmek için bize neler lâzım olduğunu, O bizlere bildirir ve öğretir.

Mâdem günün birinde bu yolculuğa sizler de, bizler de yâni hepimiz çıkacağız. O halde en mühim vazîfemiz, Allah’ı (c.c.) râzı edip, Cennetine girmeğe çalışmak olmalı.

İşte Peygamberimiz (sallallahû aleyhi ve’s-Sellem) demiş ki: Kabriniz, âhiretiniz ve girmek istediğiniz Cennet için size lâzım olacak şeyleri öğrenin, tedârikine çalışın. Vaktinizi boş yere lüzûmsuz şeylerle öldürmeyin. İşinize yaramayacak ve size lâzım olmayacak şeylerle meşgûl olmayın.

Namaz kılmayı öğrenin, namazda okuyacağınız sûreleri ezberleyin, elifbâ öğrenin, Kur’ân okuyun, asla yalan söylemeyin, anne-babanıza dâima saygılı olun ve insânlara yardım edin.. Ve bunları yapmakla çok sevâblar kazanın.

Elhâsıl: Âhirette ve Cennette size fayda getirmeyecek lüzûmsuz ve boş şeyleri terk etmeniz; sizin bu dünyâda neden yaratıldığınızı ve neden buraya geldiğinizi ve vâzîfenizin ne olduğunu anladığınızı gösterir. Bu da, buradaki hayâtını, ebedî bir hayâtı kazanmaya göre düzenleyen makbûl ve pek sevilen bir Müslümân olduğunuzu gösterir.

Cenâb-ı Allah (c.c.), bu dünyâdaki âhireti unutturan lehviyyatlarından, eğlencelerinden, meşgûliyetlerinden, oyunlarından ve boş işlerinden bizleri korusun. Âmîn.


HADİS : 2

Muhakkak ki sağlık ve boş vakit
Allah’ın (hadsîz) nîmetlerinden iki nîmettir;
(ancak) insânların çoğu bu ikisinde aldanırlar. 

2 إِنَّ الصِّحَّةَ وَ الْفَرَاغَ نِعْمَتَانِ مِنْ نِعَمِ اللَّهِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ 

Çocuklar, mutlaka hasta olmuşsunuzdur. En son ne zaman hasta olduğunuzu düşünün ve hastalık nasıl bir şeydi, hasta iken nasıldınız hatırlamaya çalışın.

Mideniz bulandığında, istifrâ ettiğinizde, ateşlendiğinizde, boğazlarınız şiştiğinde, hiç hâliniz olmayıp sürekli yatakta hasta ve yorgûn yattığınızda, arkadaşlarınız oynarken, gezmeye çıkarken veya sokaktaki arkadaşlarınızın seslerini duyarken, siz hasta olduğunuz için bunlardan mahrûm kalıyordunuz, hatırladınız mı?

Hem ayrıca yaşlıları da hatırlayın. İhtiyarlayan büyüklerimizin güçlerini kaybetmeleri, hastalıkları, sürekli ilaçlar almaları, hastânelere gitmeleri, siz koşarken onların ise ancak yürüyebiliyor olduklarını düşünün.

Demek hasta olmamak yani sağlıklı olmak bir nîmettir, bir lütûftur, bir ihsândır!

Bir nîmet daha var ki, o da boş vakitlerimiz. Okuldan eve geldiğinizde ödevleriniz olur ve ödevlerinizi yapmak zorundasınızdır. Büyükleriniz de çalışmak zorundadır ve insânlar vakitlerinin çoğunu çalışmakla geçirirler. Herkes vazîfelerini, ödevlerini bitirip bu boş zamanlara kavuşmayı ister.

Demek şu dünyâ hayâtının telâşesi, işleri, meşgûliyeti bize pek az bir vakit bırakır. İşte o tâlihsiz adam da, o az vaktini, oyun oynamakla, mâlâyâniyâtla yâni faydasız boş işlerle tüketir. Bâzen olur ki, evde vakti olduğu halde, istirahat bahanesi altında televizyon karşısında boş vakitlerini harcar, ömr-ü hayâtını bitirir.

Bir önceki hadisi hatırlayın, ne demiştik; bizi ister istemez bir yolculuk bekliyor. O yolculuğun sonunda kavuşacağımız Cennettir arzumuz.

Peygamberimiz (sallallahû aleyhi ve’s-Sellem) diyor ki: Hasta olmamak, sağlıklı olmak bir nîmet, boş vakitlerimizde ayrı bir nîmettir. Çünkü boş vakitlerimizde âhiretimiz ve istediğimiz Cennet için çalışabilir ve bu çalışmayı da sağlıklı olduğumuzda en iyi şekilde yapabiliriz.

İşte Cenâb-ı Allah (c.c.) bizlere sağlık ve boş vakitler veriyor. Ama bâzı insânlar sağlık ve boş zamânlarını kendilerine hiçbir faydası olmayacak, lüzûmsuz şeylerde harcadıklarından, güyâ bütün bütün istirahatlerine ve nefislerine verilmiş gibi hareket ettiklerinden, aldandıklarından kaybediyorlar. Ebedî kalacakları Cennet’i unutuyorlar.

Biz de bu iki nîmetin kıymetini bilelim, aldanmayalım. Günün birinde o yolculuğa çıkacağımızı unutmayalım. Rabbimizin bize sağlık ve boş zamanlarımızı, rızâsını kazanıp, Cennet’ine girebilmek için verdiğini bilip, ebedî hayâtımız için kullanmaya çalışalım.

Elbette oyun oynamak da hakkınız. Hem oyunlar da istidâtlarınızın, yeteneklerinizin inkişâfına vesîle olur. Her zaman meşrû dâiredeki oyunları oynayacaksınız ama bütün vakitlerinizi de sâdece oyun ile harcamak olmamalı. Belki oynayarak da öğrenmeyi deneyebilirsiniz..

Demek en akıllı hareket eden insân odur ki; boş vakitlerini boş olmaktan çıkarsın, âhiretini kazansın.


HADİS : 3

Allah’ın Rasûlu (Sallallahû Aleyhi ve’s-Sellem)’e sordular:

Hangi Müslümân daha makbûl’dür?

Dedi ki;

(Diğer) Müslümânların dilinden ve elinden
emîn ve selâmette oldukları Müslümân.

3 قِيلَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَيُّ الْإِسْلَامِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَ يَدِهِ

Demek Müslümanlar gerek dilimizden, gerekse elimizden emin olmalılar. Yani ne ağzımızdan onları üzecek bir şey çıkacak, ne de elimizden…

Şimdi gelin düşünelim; hepimizin arkadaşları, dostları var. Alışveriş ettiğimiz dükkanlar ve o dükkanlarda çalışanlar var. Aynı apartmanda yaşadığımız komşularımız var. Gidip gelmesek bile aynı mahallede beraber yaşadığımız çok aile var. Bir yere gitmek için bindiğimiz dolmuşlarda, otobüslerde, metrolarda ne kadar çok insanla beraberiz ve ne kadar çok insanla beraber yaşıyoruz.

Peki bu kadar çok insanla beraber yaşarken acaba, biz onların arasında nasıl biriyiz? Ve nasıl görünüyoruz?

Mesela;

— Sokakta oynarken adamın biri size vurup gitse, bu hoşunuza gider mi?

— Arkadaşlarınızla beraber sohbet ederken, başkaları gelip sizi rahatsız etse hoşunuza gider mi?

— Yatağınızda uyumaya çalışırken birden sizi uyutmayacak kadar yüksek sesli bir müzik çalsalar bu sizi rahatsız etmez miydi?

— Hele yanlışlıkla yaptığınız bir ayıbınızı, herkese gidip anlatan ve sizinle alay eden birisi olsa, onun hakkında ne düşünürdünüz?

— Her zaman kavga çıkaran ve sürekli huzursuzluk veren bir arkadaşınız olsa, onu aranıza alır mıydınız?

— Sizin hakkınızda yalanlar söyleyen ve sizi kötüleyen biri olsa, hiç ondan razı olur muydunuz?

— Ya arkadaşlarınız arasında söz taşıyan ve dedikodu yapan birisini… ?

Herhalde anladınız ki, başkalarına rahatsızlık vermek, huzursuz etmek, yalan söyleyerek insanları aldatmak ve yine yalanla onlara iftira etmek, kavga etmek, vuruşmak hem pek fena, hem pek çirkin, hem de çok günahlarla doludur.

Demek en hakikî ve makbûl olan Müslüman odur ki, kendisinin ne dilinden, ne de elinden diğer Müslümanlara zarar gelmemeli…

Elbette Allah’ın (c.c.) kendisini gördüğünü bilen, bir gün huzuruna çıkarılıp yaptıklarından hesap vereceğini unutmayan ve Cennet’e girmek isteyen kişi, Allah’ın (c.c.) istemediği şeyleri yapmaktan kaçınacak. Kimseye ne dilinden, ne elinden zararı olmayacak. Onun yanında Müslümanlar kendini güvende hissedecek. Herkes o kişiden ve onun Müslümanlığından emin olacak.

O halde kendisine zarar veren de olsa, şiddete şiddet ile karşılık vermeyecek, kötü söze, o da kötü söz ile cevap vermeyecek. “Ben sizin bu dediklerinizi ve yaptıklarınızı kabul etmiyorum ancak sizinle de Allah’ın (c.c.) rızası için bir olmuyorum diyerek” sabredip uzaklaşacak.

Velev ki hata yapsa… tevbe edip, helâllik isteyecek.


HADİS : 4

Kızma (Öfkelenme)

4 رَسُولَ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: لا تَغْضَبْ

Kızmak, öfkelenmek kişinin kalbini katılaştırır, yüzündeki güzelliği yok eder. Hem kızan insan, o öfkesi ile sonradan pişman olacağı sözler sarf edebilir, yanlış şeyler yapabilir.

Kızmak, öfkelenmek insanı kontrolden çıkarır. Yani öfke aklı devreden çıkarıp, her şeyi yaptırabilir demektir.

Çevrenizde öfkelenen insanların yüzlerine bakınız, öfke anında ne kadar çirkin görünüyorlar, sizde fark edeceksiniz.

Hem biliyor musunuz çocuklar, öfkelenmenize en büyük sebep nedir?

Sizi kışkırtan ve içinizde sizinle konuşan ve sizi o öfkeye iten şeytandır. Siz öfkelendikçe o güler. Siz daha çok öfkelenirsiniz, o da daha çok güler. O gülerken ise mahzun olur melekler.

Çok öfkelendiğinizde, eyer ayakta iseniz oturunuz diyor Peygamberimiz (sallallahû aleyhi vessellem), eğer oturuyorsanız ve öfkeniz de yatışmıyorsa, uzanınız diyor. Yine de öfkeniz dinmiyor ise secdeye gidin, secde edin diyor. Nasıl öfkemizi yeneriz, onunla nasıl mücadele ederiz bize onu da öğretiyor.

Öfkelenmek, bizi Allah’ın (c.c.) rızasından ve Cennetinden uzaklaştırır.

Hem öfkelenenin kalbi katılaşır, hem öfke her şeyi sahibine yanlış gösterir, hem öfkeyi barındıran bir kalp Allah’ın (c.c.) sanatlarını anlamaya da kapanır, hem öfke ile sarf edilen çirkin sözler kalbinizde mânen küçük siyah lekeler oluşturur, git gide kalbinizi kapkara eder ve sahibini de pek fena bir insan yapar.

O halde öfkenin bize zarardan başka hiçbir yararı yok.

Evet, bir Müslümanın karşısındaki Müslümana öfkelenmesi ancak kendisine zarar getirir. Biz de sık sık “euzu billahi mineşşeytan’irracim” demeli, şeytandan ve tahriklerinden Allah’a (c.c.) sığınmalıyız. Kırdığımız kalpleri hoşnut edecek yolları aramalı, helallik istemeliyiz.


HADİS : 5

Edepsizlik ve çirkinlik girdiği şeyi çirkinleştirir.
Hayâ ise, girdiği şeyi güzelleştirir. 

5 مَا كَانَ الْفُحْشُ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلا شَانَهُ وَلا كَانَ الْحَيَاءُ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلا زَانَهُ

Hepimizin evine misafirlerimiz gelir. Bazen yeni komşular, bazen de epeydir görüşemediğimiz tanıdıklarımız bizleri ziyarete gelir. İşte böyle bir ziyareti hayal sinemasında seyredip, mütalaa edelim.

Evimize mahallemizden bir aile ilk kez misafirliğe geldi. Baktınız sizin yaşınızda çocukları var. Ailesi o çocuğu çok güzel giydirmiş. Elbiseleri pırıl pırıl, temiz ve yeni. Pantolon ve gömleği ütülenmiş, çorapları tertemiz, kolunda da pek kıymetli bir kol saati var. Saçları iyice taranmış, anne babasının yanında koltukta oturuyor.

Annen dedi; haydi o kardeşle beraber odanıza gidin. Hem tanışmış olursunuz, hem konuşur, hem de oynarsınız. Beraberce odanıza gittiniz.

Derken anneniz elinde tabaklar, hazırladığı nefis tatlılar ve böreklerle geldi, size ikram etti. Başlarınızı okşayıp “afiyet olsun” diyerek gitti.

Birden o çocuk, gelen bütün tatlılara saldırır gibi yemeğe başladı. Ağzına o kadar çok büyük lokmalar alıyordu ki, ağzına sığıştıramadığından, tatlılar yerlere dökülüyor, oraya buraya düşüyordu. Derken çatalını senin tabağına daldırdı, senin tatlını dahi ağzına soktu ama çok tatlı yediği için dayanamayıp odandaki halının üzerine çıkardı. Sonra portakal kabuklarını soyup, onları odanın orasına burasına atmaya başladı ve bunu yaparken de eğleniyor ve gülüyordu.

Sen bu vaziyette ona bakarken, o da sana dedi:
—“Ne bakıyorsun, hiç mi insan görmedin” sonra yine gülmeye başladı.

Ne kadar fena ve çirkin, herhalde anladın! Peki hani kıyafetleri pırıl pırıl idi, saçları taranmış tertemiz idi !?Bu yaptığı edepsizlikler ile hepsi kıymetten düştü ve ne kadar çirkin biri oldu değil mi?

Elhâsıl; edepsiz haller, uygunsuz davranışlar, mahremlere dikkat etmemek, terbiyeden uzak hareketlerde bulunmak ve kötü sözler kimde olsa; sahibini çirkinleştirir ve kimsenin sevmediği ve istemediği biri yapar.

Hayâ ise insanı sevilen, hürmet edilen biri yapar…


HADİS : 6

Sizden biriniz kendisi için istediğini, sevdiğini
(Mü’min) kardeşi içinde istemedikçe, sevmedikçe,
(hakiki) Mü’min olamaz. 

6 لايُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبُّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

Allah (c.c.) diyor ki; “Muhakkak ki Mü’minler kardeştir”.6.1 Ve bizim birbirimizle kardeş olmamızı ihtar ediyor. En hakiki kardeşlik odur ki, kardeşini de kendisi gibi bilecek ve kendisi için hoşuna gideni, onun için de isteyecek.

Mesela, arkadaşlarınızla bir araya geldiniz. Herkes oyuncaklarını çıkarmış, birbirine gösteriyor ve oynuyor. O vakit başka bir arkadaşınızda geldi, aranıza katıldı. Fakat elinde uzaktan kumandalı harika bir araba var. Fakat öyle sıradan bir araba değil, kumandasından bir düğmeye basıyorsun, kocaman bir robot oluyor ve yürümeye başlıyor. Her yerinde ışıklar var ve de konuşuyor.

Arkadaşınız bu oyuncağı ile sizin yanınızda oynuyor. Bir elinde de en sevdiğin çikolatadan var, hem oynuyor, hem yiyor. Sende ona bakıyorsun.

İçinden isterdin ki, o oyuncakla oynayıp, çikolatadan bende yiyeyim. O vakit arkadaşın dese; “Gel beraber oynayalım, hem şu çikolatayı da beraber yiyelim”. Ne kadar sana sevinç verirdi, bilirsin.

O halde bizde aynı şeyi Mü’min kardeşlerimizle yapacağız, onlarla paylaşacağız. Senin hoşuna giden, sevdiğin şeyler arkadaşlarının da hoşuna gider. Hem Allah (c.c.) bizim sevdiğimiz şeyleri başka Mü’min kardeşlerimizle paylaşmamızdan çok hoşnut olur, bizden de razı olur.

Allah’ın (c.c.) bizi sevmesini ve bizden razı olmasını istiyorsak, o Cennet bahçesini bize vermesini istiyorsak, bizde diğer Mü’min kardeşlerimize, sevdiğimiz şeylerden vereceğiz, onlarla paylaşacağız ve onlar için de güzel dualar edeceğiz. Hem böyle yaparsanız, birde bakarsınız, sizi çok seven arkadaşlarınız gerçek kardeşleriniz gibi olmuşlar.

Peki neden sevmediklerimizi değil de, sevdiğimiz şeyleri paylaşacağız?

Hani biraz önce demiştik, bir arkadaşın uzaktan kumandalı harika bir araba ile geldi. O vakit size arabayı vermek istemeyip, onun yerine kırık-dökük işe yaramaz, güzel olmayan başka bir oyuncak verseydi, onu istemezdiniz değil mi… Hatta belki içinizden de kızardınız.

اِخْوَةٌالْمُؤْمِنُونَاِنَّمَا  (Muhakkak ki Mü’minler kardeştirler) – Hucurât Sûresi : 10. Âyet

Maalesef birçok insan sevdiği şeyleri başkalarıyla paylaşmak istemez. Hep kendisinde olmasını ister.

Hem bir gün gelir de size lâzım olan, başkasına da olur, başkasına lâzım olan da, sizde olur. Siz paylaşmazsanız onlarda sizinle paylaşmaz.

Elhâsıl; demek sevmediğin bir şeyi vermek kolay, asıl mesele sevdiğin şeylerden vermek.

Önemli olan kendin için istediklerini Mü’min kardeşlerin içinde isteyebilmek. Mü’min kardeşini sevindirmen, Allah’ı (c.c.) sevindirir. Allah’ı (c.c.) sevindiren rızasını kazanır. Rızasını kazanan da Cennet’i kazanır.

Hem unutmayın, buradaki Mü’min kardeşleriniz, Cennette de arkadaşlarınız olacak.


HADİS : 7

(Mü’min) Kardeşinle münakaşa etme,
(kırılacağı veya hoşlanmayacağı) şakalar yapma,
ve ona yerine getiremeyeceğin bir söz verme. 

7 لا تُمَارِ أَخَاكَ وَلا تُمَازِحْهُ وَلا تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ

Kısacası onu üzme…

Önceki hadisleri hatırlayalım mı? En makbûl Müslüman kimi di? “Diğer Müslümanların dilinden ve elinden emin oldukları Müslüman idi!”

Peki ondan sonra ki hadisimiz ne idi? “Kızma (Öfkelenme)”

Geriye ne kaldı ? “ve ona yerine getiremeyeceğin bir söz verme”

Şimdi baştan düşünelim…
Mü’min kardeşlerimizle münâkaşa etmeyeceğiz, tartışmayacağız ve ortaya küslük, dargınlık asla sokmayacağız. Hem biliyor musunuz? Mü’min’in, Mü’min’e üç günden fazla dargın, küs kalması haramdır. Yani bunu uzatan günah işlemiş olur.

Şimdi şu soruları kendi kendimize soralım.
– Cennette kötü şeyler olur mu?
– Cennette kavga edilir mi?
– İnsanlar birbirlerini orada üzerler mi?

Hepsinin cevabı “Hayır” değil mi?

O halde burada da Cenneteki gibi yaşamamız ve Cennete lâyık bir seviyeye gelmemiz de bizden isteniyor.

Hele hele bazen bize oyun gibi gelen şeyler vardır ki, karşımızdaki için oyun değildir. Biz kendimizi eğlendirelim derken onu üzecek şakalar yapmak ne kötü. Her zaman tam tersinden düşünün. Başka arkadaşımız kendini eğlendirmek için sizi üzecek şakalar yapsa, bu hoşunuza gitmezdi. O halde sizde kardeşlerinizin hoşuna gitmeyeceği şakalar yapmayın, onları üzmeyin. Her zaman birbirinizi sevin, yardım edin ki Cennette de arkadaşlar olasınız.

Sözünde durmamaya gelince ise; pek yakından tanıdığım sizin gibi küçük bir çocuk vardı. Bazı insanlar ona söz verirler ama sözlerini ya unuturlar ya da yerine getirmezlerdi. Mesela, eve su sipariş ettiklerinde, su damacanalarını getiren amca, bu çocukla çok ilgilenmişti. Ona hangi dua’ları biliyorsun, hangi sûre’leri biliyorsun diye sorardı. O çocukta hepsini ezberden ona söylerdi. O amca da çok sevinir, derdi “bir dahaki geldiğimde sana çikolata getireceğim”.

O çocuk bunu hiç unutmadı…

Derken su bitti ve tekrar su sipariş ettiler. Yine aynı amca geldi, çocuk ise çikolata getirdi diye kapıya koştu ve bekliyordu. Çünkü amca ona bir daha ki geldiğimde getireceğim demişti. Bu bir söz vermek idi.

Ama getirmedi ….

Geldiğinde yine sûre’leri sordu, çocuğu sevdi ve yine dedi “sana bir daha ki geldiğimde çikolata getireceğim”.

Fakat o çocuk, amca gittikten sonra dedi ki “Getirmeyecek, sözünü tutan biri değil o”.

İşte o çocuk gibi üzülmek ve başkalarını üzmek istemiyorsak, asla yerine getiremeyeceğimiz bir sözü başkasına vermeyelim. Sonra o amca gibi sözünü tutmayan biri olarak biliniriz. Hem de karşımızdakini üzmüş oluruz.

Yüce Peygamberimiz (sallallahû aleyhi vessellem) bize her şeyi söylemiş. Biraz gayret ve dikkat etsek Allah’ın (c.c.) izniyle yapabiliriz…


HADİS : 8

Sözüne sâdık olmayan herbir kimse için,
kıyamet gününde bir sancak dikilecek
ve ilan edilecek ki;

Bu sancak, falan kişinin
sözünde durmayan biri olduğunun işaretidir.

8 لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَقُالُ هَذِهِ غَدْرَةُ فُلاَنٍ

Güzel olmayan bir şeyi yaptığınızda, herkesin o yaptığınız kötü işten dolayı sizi eliyle işaret ederek göstermesi ve insanların birbirlerine sizi göstererek ayıplaması hiç hoşunuza gider miydi? Bu size çok sıkıntı verir, utandırırdı… Kimseye de görünmek istemezdiniz.

Ağzınızdan çıkan her şey kaydedilir. Verdiğiniz vaadler ve sözler üzerinize borçtur. Mesela bazen deriz;

“…. tamam getireceğim” veya “….ben alırım” veya “… o işi ben yaparım” veya “akşam arayacağım” veya “sana da vereceğim”

ve daha bunlar gibi sözlerimizi yapmadığınızda Melekler bunları kaydeder ve âhirette herkesin görebileceği şekilde, bir sancak, bayrak diker ve herkese “Bu sancak şu kişinin verdiği sözleri tutmayan biri olduğu için dikilmiştir. O sözüne sâdık olmayanlardandır” diye bağırıp, ilan eder.

Bu duruma âhirette düşmemek için sözlerimize, konuşmalarımıza çok dikkate edelim. Ağzımızdan çıkarmadan önce iyice düşünelim. Bir şeyi gerçekten yapabilir miyiz, yapamaz mıyız düşünüp, ona göre konuşalım. Söz verdiysek, hoşlanmasak bile o sözümüzü yerine getirelim.

Hem verdiği sözleri tutmayanlara hiç kimse güvenmez ve itimat etmez. Hem çok sevilen biri de olmazlar. Halbuki her şeyi doğruluk, dürüstlük üzerine olması lâzım gelen bir Mü’minin, yalancı veya sözünde durmayan biri olarak bilinmesi hiç İslâmiyete ve size yakışır mı !?

Hem size bir sır vereyim mi?
Sözünde durmayan kişiyle diğer arkadaşları oynamaya devam etse de, hepsi onun sözünde durmayan biri olduğunu bilirler ama belli etmezler. Eğer siz sözünüzde olur da durmazsanız, arkadaşlarınızdan mutlaka özür dileyiniz ve haklarını helâl etmelerini isteyiniz. Bir daha da tekrar etmemeye gayret ediniz.

[kitapçığın devâmını okumak için alttaki sayfa sayılarına tıklayınız]

—————————-
1:   Tirmizî, “Zühd”, 11. (2317); İbn-i Mâce, “Fitne”, 12. (3976) 
2:   Dârimi, “Rikak (zühd)”, 2. (2710); İbn-i Mâce, “Zühd”, 15. (4170); Tirmizî, “Zühd”, 1. (2304); Buhârî, “Rikak (zühd)”, 1. (169-170); Müsned, 1. (344) 
3:   Dârimi, 4. (2715); Müslim, “İman”, 14. (65); Müsned, 3. (391) 
4:   Tirmizî, “Birr ve Sıla (hayır ve sıla-i rahim)”, 73. (2020); Buhârî, “Edep”, 76. 
5:   İbn-i Mâce, “Zühd”, 17. (4185); Tirmizî, “Birr ve Sıla (hayır ve sıla-i rahim)”, 47. (1974) 
6:   Tirmizî, “Kıyamet”, 59. (2515); Müslim, “İmân”, 17. (71); Nesâî, “İmân”, 19. (5013) 
6.1:   اِخْوَةٌالْمُؤْمِنُونَاِنَّمَا (Muhakkak ki Mü’minler kardeştirler) – Hucurât Sûresi : 10. Âyet 
7:   Tirmizî, “Birr ve Sıla (hayır ve sıla-i rahim)”, 58. (1995) 
8:   Dârimi, “Alış veriş”, 11. (2545); Buhârî, “Cizye”, 22. (71-72); Müslim, “Cihad”, 4. (1736); İbn-i Mâce, “Cihad”, 42. (2872) 

Sayfalar: 1 2 3 4 5