Nasr Sûresi neden ‘Tevvâb’ ismi ile bitiyor ve tesbîh et emrine kimler muhâtâbdır ve tesbîh ile kastedilen nedir?

Nasr Sûresi

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ

Meâlen: Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman,

وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًاۙ

Ve insanların dalga dalga / akın akın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman,

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا

Artık Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir.



Birinci suâl: Nasr sûresinin sonu neden ‘et-Tevvâb’ ile bitiyor. Allah, neden diğer isimlerini değil de, ‘et-Tevvâb’ ismini kullanıyor?

İkinci suâl: Tesbîh et emrine muhâtâb olanlar ‘İslâm’a yeni girenler mi?’ yoksa daha önce ‘Müslümân olanlar mı?’

Üçüncü suâl: Tesbîh et denilerek, zikir ibâdeti mi kastediliyor yoksa başka bir anlamı mı var?

Nasr Sûresi’nde, Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve fetih müjdesi ile birlikte, insânların akın akın İslâm’a gireceklerinin de müjdesi verilmiş. Zirâ, dîn-i İslâm’ın zemîn yüzünde ilânâtını yapan Hz. Peygamberimizin (ﷺ), pek zorlu ve sıkıntılı peygamberlik sürecinin nihâyetine doğru bu güzel müjdelere ve ihsân edilen bu ni’metlere mazhâr olmasına mukâbil hamd ve tesbîh etmesi istenmiştir.

Ve unutmamak gerekir ki, âyet’de muhâtâb Allah’ın Rasûlü (ﷺ) olsa da, ümmet de bu müjdeye mazhârdır zirâ ihsân edilen bu kuvvet ve zafere ve hem dîn-i İslâm’ın yerleşmesi, hem yayılması ve genişlemesine umûm ümmet de mazhâr olduğundan, ümmetin de hamd ve tesbîh etmesi lâzım gelir.

Bu sûre aynı zamânda Hz. Peygamberimizin (ﷺ) vefâtının yaklaştığının da haberi olduğundan; istiğfâr ederek, bağışlanma dileyerek vefâtına hazırlanması istenmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (ﷺ) vefâtına kadar Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) vâlidemizin nakletmesiyle mağfiret dilemeyi pek ziyâdeleştirdiğini ve sürekli  “Subhâneke Allahümme ve bi hamdike estağfiruke ve etûbü ileyke” (Allah’ım seni tüm noksanlıklardan tenzîh ederim, Allah’ım sana hamdeder, bağışlanma dilerim ve Sana tevbe ederim. (Sahîh-i Buhârî, Kitâbu tefsîri’l-Kur’ân) dediğini haber vermiştir.

Ve Hz. Âişe vâlidemizin naklinden ‘tesbîh’in mâhiyeti de anlaşılmış oluyor. Demek bizler dahi her vakit Cenâb-ı Hakk’ı takdîs ve tesbîh sûretinde “Subhânallah, Subhâneke, Subhâneke ve bihamdike” ve benzeri virdleri edinmeli, hiç olmazsa namazlarımızda ve tesbîhâtlarımızda aksatmamaya gayret etmeliyiz.

Ve sûrenin sonunda neden Tevvâb ismi olduğuna gelince ise, herkesi içine almasıyladır. Yâni, hem kâfirlerin İslâm’a duhûlünde (girmelerinde, dâhil olmalarında) onların affına, hem başta Peygamberimizin ve biz ümmetinin istiğfârının kabûlüne bakıyor. Evet Tevvâb; tevbe kelimesinin mübâlâğâ sigâsıdır (tevbeleri çokça kabûl eden) ve tevbe; kulun bir günâhtan dönmesine, isyândan dönmesine de denir ki; İslâm’a akın akın girenlere bakar ve ayrıca hem el-Gafûr ismini, hem er-Rahîm, er-Rahmân, er-Raûf isimlerini de bir cihette ihtivâ eder ki, Peygamberimizin (ﷺ) istiğfârı ile umûm Mü’minlerin istiğfârlarının kabûlünü de içine alır.

Evet bu mânâyı; bu mertebe, bu makâm ve keyfiyette câmî (toplayan, içine alan) bir sûrette karşılayan et-Tevvâb ism-i Şerîfi (tevbeleri kabûl eden ve günâhları bağışlayan ve istiğfârlardan da râzı olan) ism-i Şerîfi gâyet hikmetlidir.

Benim sûreden istifâdem bu yöndedir.. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.. Hatâm var ise, Cenâb-ı Erhamürrahîmin’den affımı niyâz ederim.

Allah’a emânet olun, duâlarınızı esirgemeyin..