Bedîüzzaman Said Nursî ‘İngiliz Ajanı’ Olabilir mi?
Bedîüzzaman Hazretlerine karşı böyle bir ithâmın, bilhassa sosyal medya üzerinden yapıldığını öğrenmemiz üzerine kaleme alınmıştır. Bütün tarihçe-i hayatı ile güneş gibi zâhir olan Bedîüzzaman Hazretlerini, bu nev’deki isnâdlarla lekelemek hiçbir şekilde mümkün olmadığından, hakîkat-ı hâli gözlere, akıllara ve vicdanlara gösterecek kadarını yazmak ile iktifâ edeceğiz.
Bu suâl ve altındaki ithâm evvelâ M. Kemal’in Samsuna çıkışı husûsunda çoklarının “İngilizlerin haberi vardı yoksa mümkün değildi” isnâdlarına mukâbil olarak ve bir kısım ehl-i adâvetin ve zındıkların da iştirâkiyle sinsî bir hile ile Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerine çamur çalmak nev’inden bir teşebbüsten başka birşey değildir, tutmayacağı da bilindiği halde hiç olmazsa izi kalır düşüncesiyle yaftalama gayretinden ibârettir.
Evvelâ bu ifâdelerin, Bedîüzzaman Hazretlerinin tarihçe-i hayatını, eski ve yeni Said dönemlerini ve Risale-i Nûr eserlerini hiç olmazsa asgarî seviyede dahi bilen birinden zuhûr etmeyeceği kesindir, demek; muannid menfîlerden zuhûr ettiği gâyet âşikârdır, böyle olduğunu da aşağıda zikredeceğimiz hususlarla göstermiş olacağız.
Maksadımız hâinlik isnâd eden hâinlere cevâb vermek değil lâkin, fıtratı akrep ve yılan olanın, ameli de akrep ve yılanca olur, amma Bedîüzzaman Hazretlerini yeterince tanımayanların ve bilmeyenlerin bu isnâdlar karşısında ihtimaldir kalplerine bir vesvese, akıllarına bir şüphe gelmemesi niyetiyle yazılmıştır, hem Üstad’ımızın hakkâniyetini de savunmak üzerimize bir borçtur.
Evet, çocukluk yaşlarından itibâren kendisinde görülen fevkalâde şecaat ve İslâmiyete olan bağlılığı ve şarkta bütün İslâm ulemâsını ilzâm edecek bir ilmî vukûfiyeti, Hazret-i Bedîüzzaman’ın nasıl birisi olduğunu o yaşlarda dahi gösterir.
Birinci Cihan Harbinde (Birinci Dünya Savaşı), “Gönüllü Alayı”nı teşkil ederek talebeleriyle birlikte düşmana karşı savaşan ve Kafkas, Erzurum, Pasinler, Van, Gevaş, İsparit ve Bitlis cephelerinde bilfiil bulunan ve Milis Kumandanı olarak Ruslarla çarpışan ve bilhassa o dönemlerde kahramanca müdafaalarıyla düşmanın sel gibi gelmesine sed çeken ve düşmanların şedid taarruzları karşısında geri çekilmeyen ve bu uğurda hayatını hiçe sayan ve bu mücâdeleler esnasında, harbin çatışmaları hengâmında da Kur’ân’ın bir tefsirî olan İşârâtü’l-İ’caz adlı eserini bâzen at üzerinde, bâzen siper mevziilerinde talebesine yazdıran bir büyük allâme ve kumandan olan Bedîüzzaman Hazretlerinin şu şecaati ve hamiyeti, bu menfûr yaftayı sâhiplerine iâde eder.
Hem Rusya’da esârette iken, Rus Çarı’nın önünden geçmesine mukâbil ayağa kalkmayan ve “Ben bir Müslüman âlimiyim. Îmânlı bir kimse, Cenâb-ı Hakk’ı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem”1 diyen ve hakkında verilen i’dâm kararına karşı “Bunların i’dâm kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir” diyerek kemâl-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermeyen bir Zât, İslâm’dan başka bir ruha ve kalbe sâhip olmadığını ehl-i basîrete ve vicdana ve insafa gâyet açıkça göstermiş ve göstermektedir.
Hem İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston’un, Lordlar Kamarası’nda elinde Kur’ân ile kürsüye çıkarak (1899), “Bu Kur’ân Müslümanların elinde olduğu müddetçe, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp etmeli, bu Kur’ân’ı ortadan kaldırmalı veyahut Onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” demesi ve bu beyânâtının gazetelerde çıkması ve Van Vâlisi Tâhir Paşa’nın gazetede çıkan bu haberi kendisine göstermesiyle, Hazret-i Bedîüzzaman’ın yerinden fırlayarak, “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, dünyaya isbât edeceğim ve göstereceğim.” demesi bu yalan ve mesnedsiz iftirâyı yüzsüz yüzlerine çarpar.
Hem İngilizlerin İstanbul’u işgâli sırasında “Hutuvât-ı Sitte” eserini neşrederek, İngilizlere karşı Anadolu’yu ve İstanbul’u şahlandıran ve bu yüzden İngilizlerin, Bedîüzzaman Said Nursî hakkında ölüm emrini verip heryerde onu aramaları ve aratmaları, bu isnâdda bulunanların temelsiz, çürük ve garazkâr iftirâlarını da açıkça gösterir.
“İstanbul’da, İngilizler desiseleriyle Şeyh-ül-İslâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeğe çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman, ‘Hutuvat-ı Sitte’ adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyeti ile; İngiliz’in Âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.”2
Ayrıca risalelerde, İngilizlerin İslâm’a düşman olduklarının açıkça zikredilmesi ve bu milletin ve Ümmet’in gözünden onların düşürülmesi de, müellifinin yalnızca İslâmiyete taraf ve taraftar olduğunu isbât eder.
“Bilhassa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm Âlemini maddeten ve mânen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında Kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf-âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıt bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu!”3
Hem Bedîüzzaman Hazretlerinin Mektubat adlı eserinde zikrettiği,
“Bir zaman İngiliz Devleti, İstanbul Boğazı’nın toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda; o devletin en büyük daire-i dîniyyesi olan Angilikan Kilisesi’nin başpapazı tarafından Meşîhat-ı İslâmiyye’den dinî altı suâl soruldu. Ben de o zaman Dâr-ül-Hikmet-il İslâmiyye’nin âzası idim. Bana dediler:
‘Bir cevap ver. Onlar altı suâllerine, altı yüz kelime ile cevap istiyorlar.’ Ben dedim:
‘Altıyüz kelime ile değil, altı kelime ile de değil, hattâ bir kelime ile dahi değil; belki bir tükürük ile cevab veriyorum! Çünki: O devlet, işte görüyorsunuz; ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurane üstümüzde suâl sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..’ demiştim. Şimdi diyorum:
Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbar bir hükûmetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbaa lisaniyle onlara mukabele etmek, tehlike yüzde yüz iken, hıfz-ı Kur’anî bana kâfi geldiği halde; size de, yüzde bir ihtimal ile, ehemmiyetsiz zâlimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir.”4 demesi ve İngilizlere karşı mücâdelesi ve tutumu, kendisine yapılan iftirâ ve yaftalamayı sâhiplerinin yüzsüz suratlarına çarpar.
Hem Bedîüzzaman Hazretlerini Ankara’ya dâvet etmelerinin ardından, Bedîüzzaman Hazretlerinin Meclis-i Meb’usan’da dine karşı lakaydlığı ve namazsızları gördüğü vakit, namazı da tavsiye ve ihtâr eden on maddelik bir beyannâme hazırladı ve meb’uslara dağıttı, bu ve’sileyle birçok meb’usun namaza başlaması ve meclis içindeki mevcut mescidin büyültülmesi gibi neticeler hâsıl oldu, işte bu; İslâmiyet’in bir fedâisi ve dinin ve îmânın muhafazasına çalışan bir mücâhidi olduğunu açıkça gösteriyor.
Hem M. Kemal’in dağıtılan bu beyannâmeden rahatsız olup, namaz husûsunda Bedîüzzaman ile atışması da, namaza da, İslâmiyet’e de taraftar olanın Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Hem iftirânızda hakîkat payı olsa idi, düşman devletlerine en iyi hizmet Ankara’da ve siyâset yoluyla olabileceği halde, Ankara’daki havayı puslu görüp, herşeyi terk ederek Van’da inzivâya çekilmesi gösteriyor ki; isnâd ettiğiniz olsa idi, âhir ömrünü geçirmek için Van’da bir mağaraya tek başına çekilmeyecekti…
Hem Van’da mağarada yaşamakta iken, Şeyh Said ayaklanmak isteyip kendisinden yardım istediği vakit, cevâben: “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!”5 diyerek uyaran ve men’ eden ve Memleket ve Millet aleyhinde bir iç savaşın çıkmasına asla taraftar olmayan Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri; kime ve neye hizmet ettiğini de açıkça göstermiştir ve göstermektedir.
Hem dikkat ediniz ve aldanmayınız ki,
Risale-i Nûr’un ilhâm ile yazdırılması ve Bedîüzzaman Hazretlerinin has talebelerinin te’lif hengâmında yâni risalelerin yazdırılması esnâsında yanında bulunup şâhit olmaları, Risale-i Nûr’ların mâhiyetini ve keyfiyetini açıkça gösteriyor ve ilân ediyor ki; Risale-i Nûr, Kur’ân’ın bu asrın fehmine pek kuvvetli ve te’sirli bir dersidir, yoksa ingiliz mahsûlü değildir (!)
Kim isterse açıp kendisi bizzat mülâhaza ve mütalaa edebilir.
Evet, Yirmibeşinci Söz ile i’câz-ı Kur’ânîyi tefsir eden, Mu’cizât-ı Ahmediyye ile Hazret-i Peygamber’in aleyhissalâtu vesselâm mu’cizelerini beyân eden ve Risalet-i Ahmediye ile Peygamberliğini umum gözlere ve kalplere gösteren ve Kader Risalesi ile kader mes’elesini umûmun anlayabileceği bir mahâretle anlatıp, ders veren ve Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) vahdetini, birliğini herbir şeyde ve herşeyde gösteren ve kainattaki rubûbiyetini her akla ve kalbe ve vicdana ders veren ve daha nice hakîkat-ı îmân dersleriyle ehl-i îmân’ın îmânını ziyâdeleştiren ve kuvvetlendiren ve risalelerin pek yüksek bir ilmin mahsûlü olduğunu ehl-i ilme gösteren ve ehl-i ilmin takdirlerini kazanan ve Kur’ân’dan süzüldüğünü, misli olmaması ile isbât eden böylesi ulvî bir eserin müellifi hakkında “İngiliz ajanıdır” veya “İngiliz ajanı olabilir” gibi itfirâların ancak sâhiblerinin kalplerini ve tebessüm eden simâlarının arkasındaki hâinliklerini göstermekten başka hiçbir işe yaramadığını iyi biliriz. Lâkin Risale-i Nûr’ların fütûhatına sed çekilemez. O hıfz-ı İlâhî ile gideceği yere gider (!)
EY BEDBAHTLAR (!)
Kendi suç ve kabahatlerinizi örtmek için başkalarına iftirâ atmak ve kendiniz gibi göstermeye çalışmak ve bir kısmınız ise muannidliğinden Bedîüzzaman’a ve Risale-i Nûr’ların fütûhâtına karşı hazımsızlığından bu isnâdları yapmak ile hiçbir yere varamazsınız ve varamayacaksınız.
Eğer İslâmiyet ve memleketin aleyhine düşmanlarla işbirliği yapanları arıyorsanız, onları haramlara giren, İslâmiyetin erkanlarına taarruz eden ve şeâir-i İslâmiyeyi tahrîb edenlerde arayacaksınız lâkin, bütün bu ahvalleri ile İngilizlerin İslâmiyete olan düşmanlıklarına yakınlıkları göründüğünden, olsa olsa bu dâvâda ancak onlar ortak hareket edebilirler.
Halbuki müddet-i hayatını İslâmiyete ve hakîkatlarına fedâ etmiş ve bu uğurda pervasızca İslâmiyeti müdafaa etmiş Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerini ise, evvelâ kendi dilinden aktaralım ve dinleyelim:
“Ben de bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur’un binler has şâkirdlerini işhad ederek derim:
İstanbul’u işgal eden İngilizlerin baş kumandanı, İslâm içinde ihtilâf atıp hattâ Şeyh-ül-İslâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek i’tilâfçı, ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyle Yunan’ın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde “Hutuvat-ı Sitte” eserimi Eşref Edib’in gayretiyle tab’ ve neşretmek ile o kumandanın dehşetli plânını kıran ve onun îdam tehdidine karşı geri çekilmeyen ve Ankara reisleri o hizmeti için Onu çağırdıkları halde Ankara’ya kaçmayan ve esarette Rus’un baş kumandanının îdam kararına ehemmiyet vermeyen ve 31 Mart hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harb-i Örfî’de, mahkemedeki paşaların:
‘Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin’ diye suallerine karşı, îdama beş para kıymet vermeyip, cevaben:
‘Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım’ diyen ve o büyük zâbitleri hayretle takdire sevkedip, îdamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek:
‘Zalimler için yaşasın Cehennem !’ diye yolda bağıran ve Ankara’da divan-ı riyasette -Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi- Mustafa Kemal hiddetle Ona dedi:
‘Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilaf verdin.’ Ona karşı:
‘İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.’ diye kırk-elli meb’usun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevî tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zâbıtasınca ve hükümetçe âsâyişin ihlâline dair birtek maddesi kaydedilmeyen ve yüzbinlerle Nur Şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen (yalnız bir küçük talebenin, haklı bir müdafaada küçük bir vukuatından başka) hiç bir şâkirdinden bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise o mahpusları ıslâh eden ve Risale-i Nur’dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiç bir zararı olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükümet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur’un kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevî, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatıyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere beddua etmiyen bir adam hakkında:
‘Bu ihtiyar münzevî âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur’ diyenler ve Onu pek ağır şerait altında mahkûm edenler; elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübrâda hesabını verecekler!”6
Evet, işte bilmeyenler için Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri…
Elhâsıl; başındaki sarığı, üstündeki cübbesi çıkartılamayan bir Bedîüzzaman ile, İslâmiyete taraftar olmayan düşman İngilizlerin arası pek açık ve derindir. Lâkin birisi Mü’min ve asrın imamı, diğeri kâfir ve İslâm’ın düşmanıdır. (Genel olarak yazılmıştır, yoksa Müslüman olanlar kardeşimizdir.)
Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkındaki bu gibi iftirâ ve yaftalarınızla acziyetinizi ve çâresizliğinizi bizlere göstermenize mukâbil son söz olarak derim ki; bütün tarihçe-i hayatı ve müddet-i hayatı ile İslâmiyet adına mücâhedesi meydanda ve kitaplarda yazılı olan bir Zât’ın hayatını, hâin olarak göstermek için ya divâne olmalısınız, yahut gözünüz dönmüş olmalı. Lâkin gökyüzündeki güneşi gösterip, bu aslında karadır demek gibi pek acip bir vaziyete düşmüşsünüz.
Çünki, İslâm düşmanlarının hükümeti iğfâl edip maksadlarına âlet etmek için var gücüyle çalıştıkları ve hükümet erkanlarını kandırarak Bedîüzzaman aleyhinde gizli cemiyet kurmak veya devletin emniyetini bozabilir veya rejime muhâlif gibi çeşitli ithâm ve isnâdlar ile O’na saldırdıkları ve taarruz ettikleri halde, düşmanları Onun hakkında “ajandır” ithâmı yapamadılar ve yapamazlardı da, lâkin; daha çocuk yaşlarından itibâren ilmi ve zekâsıyla meşhûr olan ve kim olduğunu herkese isbât eden ve bütün müddet-i hayatı boyunca mahkemelerden mahkemelere sürüklenen ve kendisini gölge gibi tâkib eden o dönemin hükümeti ve istihbârât birimleri ile beraber casuslardan, emniyetten, asâyişten, jandarmalara kadar Ankara’nın baskısıyla, valilikten, kaymakamlığa, karakol ve nâhiye müdürlerinden, muhtarlara hatta bekçilere kadar her makâmın, kendine mahsûs adamlarıyla beraber izini sürdükleri, göz hapsinde tuttukları, her harekâtını izledikleri ve pek sıkı tâkip ettikleri ve hatta kimseyi yanına yaklaştırmadıkları ve görüştürmedikleri ve hergününü zabtedip hakkında günlük raporlar düzenleyip Ankara’ya bildirdikleri bir Zât’ın hiçbirşeyi gizli kalmaz ve kalmamıştı ki bu acip isnâdı etsinler, hem kendisine ve yazdığı eserlere açılan sayısız mahkemelerin tamamından ve isnâd edilen suçlardan berâet eden ve Cumhuriyet Halk Partisinin hükümet dönemlerinde ve hatta muhâlefet dönemlerinde dahi Bedîüzzaman Said Nursî’ye ve talebelerine ve Risale-i Nûr eserlerine karşı olan kindârlık ve düşmanlıklarını açıkça tarihin de kaydettiği bir gürûhun ve İslâm düşmanlarının Bedîüzzaman’ı idâm etmek için ve zehirlemelerle öldürmek için ve bütün bütün te’sirsiz kılmak için giriştiği bütün taarruz, hücûm, ithâm, tenkîd ve iftirâlarına rağmen, kendisine “ajanlık” iftirâsı atamamaları ve isnâd edememeleri gösteriyor ki; böyle bir iddiâyı doğruluyacak yalandan da olsa hiçbir delilin bulunmadığı ve olmadığı ve cebren de oluşturulamayacağı sâbit ve kat’i idi ki, böylesi menfûr bir yalana teşebbüs edemediler. Yüzlerce iftirâlarına, ajandır iftirâsını dâhil edemediler.
Evet her harekâtı gölge gibi tâkib edilen Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin tüm maksad ve gayreti; yalnızca Vatan, Millet, Memleket, Îmân, İslâmiyet ve Din olduğunu düşmanları da biliyor idi ve öyle olduğu da âşikâr idi ki; bütün bu suçlama ve ihânet ve ithâm ve iftirâların küllünden berâet etti, onca ehl-i vukûf Bedîüzzaman Hakkında müsbet rapor beyân etti.
Medresetü’z-Zehra gâyesi ile şarkta bir darü’l-fünûn inşâ etmek isteyen bir dâvâ adamının, en yakın ve has taleberinin de şehâdetleriyle, kendisinden îmân, İslâm ve Kur’ân’dan başka hiçbirşey sâdır olmamış ve görünmemiştir.
Şimdi siz neci oluyorsunuz da, dâhilden ve hâriçten bu kadar düşmanların taarruz ettiği ve açılan bütün mahkemelerden, dâvâlardan berâet ettiği ve düşmanlarının dahi kendisine isnâd edemediği “ajandır” gibi bir isnâdı yapıştırmaya çalışıyorsunuz. Âdetâ ne yapacağınızı şaşırmış bir vaziyette çırpınıyorsunuz.
Bizde Risale-i Nûr ve müellifi Said Nursî hakkında Eskişehir Mahkemesi’nde asılsız bir ithâmda bulunan makâm-ı iddiâ’ya cevâb veren Hazret-i Üstad’ın talebesi gibi deriz:
“Hey bedbaht ! Otuzüç âyât-ı Kur’âniye işâratının takdirine mazhar ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) kuvvetli bir tarzda ihbariyle kıymet-i dîniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evlâdını tenvir ve irşad eden ve îmânlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risale-i Nur’un irşadlarına ‘ifsad’ diyorsun (bizde deriz: müellifine ingiliz ajanı diyorsun). Allah’tan korkmuyorsun, dilin kurusun!“7
Peki, mâdem İngiliz ajanı iddiânız var.
İsbât ediniz. Elinizdeki bütün delillerinizi ortaya dökünüz. Neye dayanarak bu isnâdı yaparsınız bilelim. Güyâ ajanlığına hükmedecek elinizde neyiniz var cümle âleme gösteriniz, gösteriniz ki hakîki maksadınız ve iç yüzünüz de görülsün. Kuru bir iftirâdan öte olmadığını, kendinizin de gâyet iyi bildiği yalanlarınızla boğulasınız. Hurâfe peşinde koştuğunuzu cümle âlem bilsin.
Zâlimler için de, hâinler için de yaşasın Cehennem!
İngiliz ajanı olabilir diyerek kalbe ve akıllara bu vesvese ve şüpheyi ekmeye çalışanlar, bir cihette bu isnâd ile beraber, Bedîüzzaman Hazretlerinin (hâşâ, sümme hâşa) hâin olduğunu ve/veya ihtimal İngiliz taraftarı ve/veya belki Hristiyan veya kâfir olabileceğini de hissettirmek isterler, ki; yeni neslin kalbine bu şüpheyi atsınlar.
Amma biz yeni nesile de, eskiyi anlatıp göstereceğiz ve hiç unutturmayacağız ki, kimin ne olduğu bilinsin. Bilinsin ki, yüzlerine tebessüm eden menfaat perest İslâm düşmanlarının ve Bedîüzzaman ve talebelerine çektirdikleri eziyetlerin kimlerden geldiğini iyi bilsinler ki, sonra peşlerine takılıp, daire-i Nûriyeye ve İslâmiyete ve bu Memlekete ihânet etmesinler (!)
Biz bütün ruh-u canımızla deriz ki:
Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hazret-i Üstad’ımızdan ebeden râzı olsun. Bu dinsizlik asrında, îmânların kurtulmasına bütün hayatını sarf eden Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin şefaatlerine biz ehl-i îmânı nâil eylesin. Kendilerine lâyık bir talebe olabilmeyi bizlere nasîb etsin. Âmin.
Ersin Miman
————————————————
1: Tarihçe-i Hayat, Envar Neşriyat, sh:115
2: Tarihçe-i Hayat, sh:138
3: Tarihçe-i Hayat, sh:154
4: Mektubat, Envar Neşriyat, sh:417
5: Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı, sh:150
6: Şuâlar, Ondördüncü Şuâ, sh:448-450
7: Şuâlar, Envar Neşriyat, sh:285
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.