Hadisleri Tercümeden Okumak Bid’at midir?

Loading

el-Câmiu’s-sahîh eserinin tercemesini okuyan bir kardeşimize denilmiş: “Bu yaptığın bid’attir.  Hadisleri sâdece Arapçasından okumalısın!”

Bunun üzerine bir parça mütalaada bulunacağız ancak öncesinde ifâde edelim ki; maksadımız bid’atın  mâhiyetini ve kapsamını mütalaa etmek değil zirâ bu, müstakil bir makâle ister. Gâyemiz; yapılan bu iddiâya karşı birkaç izâh ve cevâb ile yetinmektir.

Bid’atın mâhiyeti ve kapsamı hakkında farklı farklı görüşler ve tutumlar var. Meselâ, bir kısım zümre bid’at deyince; Allah’ın Resûlünün döneminde herşey ne şekilde ise öyle olmalı, bunun hâricine  çıkmak bid’attir diye telakkî etmişler. “Muhammed b. Eslem’in, Hz. Peygamber döneminde olmadığı gerekçesiyle elenmiş undan yapılmış ekmeği bid‘at sayıp yememesi bunun örneklerinden birini teşkil eder.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/bidat) Bu seviye de olmasa da, birçok tatbîkata ve uygulamaya bid’at diyenlere şâhid oluyoruz.

Halbuki bid’ât; “dînde aslı olmayan ve ibâdetmiş gibi yapılan amellerdir.

Hadislerin Arapça okunması ise, elbette daha evlâdır ve efdâldir fakat  hadislerin tercemelerinden hüküm çıkarmaya teşebbüs edilmedikçe ve ibâdetlere taalluk eden hadislerle direk amel etmeye kalkışılmadığı müddetçe; Peygamberimizin şer’i hüküm ifâde etmeyen sözlerini, fiillerini bilmek, Sünnet-i Seniyye’nin yemek içmek, yatmak gibi adâbını öğrenmek ve ahlâka dâir ma’lûmatları tahsîl etmek ve Peygamberimizin hayâtına âşinâ olmak adına tercemeleri okuyanlara ‘bid’attir’ diyerek mânî olmamak  lâzım gelir. Zirâ, bir Mü’minin dînini bilmesi ve öğrenmesi ona farzdır ve Mü’minler yalnızca Araplardan müteşekkil olmadığı gibi, Müslümanların her tabakasının ve her bir ferdinin de Arapça dilini (eski klasik eserleri anlayacak seviyede) öğrenmesini beklemek doğru değildir, gerçekçi de değildir.

Hadisler; namazda okunan Kur’ân metni mesâbesinde ve mertebesinde olmadıklarından, namaz içinde okunan sûreler ile bir tutmak olmaz. Evet, “Resulullah’ın  (asm)  Sünnet  olarak  bilinen  bilgisinin  ve  davranış  tarzının  Kur’ân  vahyi  gibi olmadığı konusunda âlimler arasında ittifâk vardır. Ancak onun bu bilgisinin, diğer insanların bilgisi gibi kazanılmış bir bilgi olmadığı konusunda da ittifâk vardır.” (İstanbul İlâhiyat Fakültesi, Hadis Metinleri Dersi). O halde, bir önceki paragrafta izâh ettiğimiz şartlara riâyet etmek kaydı ile ve dînin rûhuna, edebine muvâfık bir tarzda, tercemeler okunabilir. Yalnız, terceme yapan heyet ve yayın evinin sıhhati önemlidir. İlim sâhibi hocalarımıza danışmadan tercîh de bulunmamak daha isâbetli olur. Ve mümkün ise, ehl-i Sünnet ve ilim sâhibi bir hocanın nezâretinde okumak veya böyle bir müesseseden yetişmiş birinin okumasına bırakmak daha sağlıklı olur.

Hem şunu da hatırdan çıkarmamalı; Peygamberimizin (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) sâir kavimlere ve beldelere İslâm Dînini anlatmak ve öğretmesi için bâzı Sahâbîleri gönderdiğini biliyoruz. Hatta,

Sahabîlerin, doğuda Çin’e, batıda Atlas Okyanusu’na, kuzeyde Kafkaslara, güneyde Sudan’a ulaştıklarına dâir haberler ışığında denilebilir ki, müstakbel İslâm dünyasının sınırlarını âdeta onlar çizmişlerdir.” (sorularlaislamiyet.com/sahabiler-dunyanin-hangi-ulkelerine-ulasmislar). Peki bu Sahâbe-i Kirâm, Arapça bilmeyen kavimlere gittiklerinde onlara İslâm’ı ve sünneti nasıl anlattılar ve öğrettiler?

Elbette onların diline terceme ile..

Bugün aynı şeyi kitaplar yapıyor. Ana dili Arapça olmayanların ellerine tercemelerini veriyor ve öğrenmelerine vesîle oluyor. Ancak burada şöyle bir nüans var; Sahâbe-i Kirâm, kendileri Sahâbî olmaları hasebiyle İslâmiyet ve dîne tam vâkıf ve inceliklerini tam bilen ve Resûlullah’tan ise (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) tam ders almışlar idi. Fakat hadislerin tercemelerini kitaptan okuyanlar bu seviye ve mertebede çoğu zaman olmayabilirler. Bu nedenle, hadislerin tercemelerinden hüküm çıkarmaya veya ibâdetlere taalluk eden hadislerle amel etmeye teşebbüs etmedikçe, Peygamberimizin şer’i bir hüküm ortaya koymayan sözlerini, fiillerini ve hayâtını ve ahlâka dâir ma’lûmatlarını tahsîl edebilirler diyoruz.

Eğer Müslümanların bu nev’deki ma’lûmatları elde etmesine mânî olunursa, o vakit daha büyük zarar olur. Hayatlarına Sünnet-i Seniyye girmez veya pek dâr bir dâireye mahsûs kalır. Sonra bu Müslümanların  âhirette: “dînimizin inceliklerini ve Sünnet-i Seniyye’yi öğrenmemize mânî oldunuz” diyerek dâvâcı olmalarından kaçınmak lâzım.

İbâdetlere taalluk eden hadislere gelince ise, hadis okuyan kişi mezhebine tâbî olmalı ve mezhebiyle amel etmeli.

Her birinize selâm ediyor ve duâlarınızı bekliyorum.
Ersin Miman