CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘Mücâhid’ Diyen Nâdanlara!

Loading

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na “Mücâhid” Diyen Nâdanlara!

Saadet Partisinden neş’et eden bu yakıştırmanın orjinal kaydını paylaşalım:

Bu yakıştırmanın veya yapıştırmanın ardından, Bedîüzzaman Hazretlerinin şu iki ifâdesi hatıra geliyor;

Mektûbât adlı eserinde bahsi geçen: “Tarafgirlik eğer hak nâmına olsa, haklılara melce’ olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesâbına olan tarafgirlik, haksızlara melce’dir ki; onlara nokta-i istinâd teşkîl eder. Çünki garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytân gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytâna rahmet okuyacak. Eğer mukâbil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona hâşâ lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”

Ve Emirdağ Lâhikası’nda bahsi geçen: “Tam ve hakîkî dindâr, müttakî olanlar siyâsetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyâsetini yapanlarda, dîn ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakîkî dindâr ise; ‘bütün kâinatın en büyük gâyesi ubûdiyet-i insâniyedir’ diye siyâsete aşk-ı merâk ile değil; ikinci üçüncü mertebede onu dîne ve hakîkata âlet etmeye -eğer mümkünse- çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.

Evet, bu pek mühim iki ihtâr ve hakîkatli dersten sonra, Saadet Partisi’nden Ümit Çebi’nin yaptığı tâlihsiz mücâhid çıkışına ve Habibe Erdoğan’ın da “Hakkın yeryüzünde hâkim olması için …” diyerek kalkıştığı izâhın dîne ve müslümanlara verdiği zarârı nazara alarak, birkaç husûsu yazmak arzu ediyorum. Fakat en evvel  mücâhid ne demektir hatırlayalım..

Mücâhid: “Dîn uğruna ve i’lâ-yı kelimetullah için harb eden.” (Kamus-i Türkî, Şemseddin-i Sâmî)

Mücâhid: “Düşman-ı dîn ile harb ve kıtâl edici (olan).” (Lugat-ı Remzî)

– Yâni, dîn-i İslâm ve Kur’ân hesâbına, Allah’ın birliğini ve hükümlerini cihâna duyurmaya, ahkâm-ı Kur’âniye’yi yeryüzünde hâkim kılmaya azmetmiş ve bu uğurda mücâdele edenlere denir!

– Ve İslâmiyetin esâsatını rûhlara nakş etmeğe, Müslümanların dînlerinin gereğini öğrenmelerine zemîn oluşturmaya çalışan ve bu husûsta cehd-u gayret içinde olanlara denir!

– Îmân hakîkatlerinin insânlara tebliğine bütün kuvvetiyle çalışan, rubûbiyet-i İlâhîye’nin dellâllığını hayâtında en esâs maksâd yapanlara denir!

– Kur’ân’ın hükümlerine ittibâ’da hassâs, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-Münker en evvel kendi âleminde ve hayâtında görünen, sonra umûm Müslümanlara tebliğinde ve tahakkukunda çalışanlara denir!

– Allah’ın hükümlerini kabûl etmeyenlere ve O’na isyân edenlere karşı mücâdele ve mücâhede edenlere denir!

– Ahkâm-ı Kur’ân’a ittibâya müsaade etmeyen bütün mânîleri bertaraf etmeye çabalayanlara denir!

– Bid’atlara karşı savaşan ve dîne zarâr veren tatbîkatlar karşısında mücâdele edenlere denir!

Ve tüm bu husûslarda gayret gösteren o mücâhid’in de hayâtında emr-i İlâhî’ye ittiba ve hassâsiyeti dîn ve ferâize sadâkat ve günâhlardan içtinâb tam olmalı. Dîn, her zamân siyâsetin önünde olmalı. Ve bâzı siyâsetçiler gibi amelsiz ağız sâhibi olmamalı!

İşte bu nokta-i nazardan tarih boyunca mücâhid olarak anılmış nice zâtlar vardır ki; hayâtları ve amelleri dâima takvâ çizgisinde, gâyeleri de dîn-i İslâm’ın yeryüzünde hükümrânlığı olmuştur.

Bu hakîkati anladıktan sonra, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve onun şimdiki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu böyledir diyebilir misiniz?

Aklını yitirmiş ve şuûrunu kaybetmiş Müslümanlar dışında veya Halk Partisinin tarihçesini ve icraatlarını bilmeyen ve dînî ma’lûmatı da pek bulunmayan bâzı kimseler dışında buna inandırabileceğiniz bir kitle yoktur. Zirâ, bütün tarihçe-i hayâtı ve icraatları ve daha düne kadar yapageldikleri ortada olan bir parti ve genel başkanı hakkında “mücâhid” sıfatını kullanmak kat’iyyen aklı başında bir Müslümanın yapabileceği birşey değildir. Fakat ortaya atılmış bu hezeyân; hem Müslümanlara zarârdır, hem hakîki mücâhidlere karşı, hem de bu husûstaki âyât-ı Kur’âniye’ye karşı da bir lâkaydlıktır.

Bu öyle bir zırvalamadır ki; ak ile karayı, menfaati ve hırsı uğruna bile bile birbirine karıştırmak ve siyâsî hırsına bu kudsî mânâları fedâ etmek nev’inde dehşetli bir ameldir.


Denilmiş ki: “Hakkın yeryüzünde hakim olması için mücâdele eden…” buradaki Hakk; el-Hakk’tır. Yâni, bâtıl’ın zıddı. Yâni, yeryüzünde bâtılın değil, Hakk’ın hâkim olması mânâsındadır. Hakk, bâtılın kendisine karışmadığı demektir. Hakk, tek olandır, tevhîd-i hakîkidir. Hakk, ibâdet edilmeye, kendisine itaat edilmeye lâyık olan demektir. Yeryüzünde Allah’ın hâkimiyeti için mücâdele eden demektir ve yazımın başında kısmen dahi olsa kaydettiğim “mücâhid şunları şunları yapanlara denir” mânâları için mücâhede eden demektir.

Yoksullukla mücâdele etmek, adâlet için çabalamak …” kişiyi mücâhid yapmaz. Zirâ, her ikisi için de gayret gösteren dünyâda çok sayıda gayr-ı Müslim bulunur fakat onlara mücâhid denilmediği gibi..

Allah rızâsını kazanmak” diyerek bir partinin yâhûd bir kişinin herşeyini örtüp, yalnız bunu öne sürmek ile mücâhiddir ilânı yapılmaz. Müslümanlar aldatılmamak için herşeye bütünsel bakarlar ve sorgularlar meselâ;

Bir: Allah’ın rızâsını kazanmada samîmi olanın, Allah’ın emirlerine ittibâda da samîmi olması gerektiğinden bakar; farzlarını edâ ediyor mu? Günâhlardan içtinâb ediyor mu? Ve ne kadar hassâsiyet gösteriyor? Yâni ağızdan çıkana değil, amele ve icraatlara bakar.

İki: Esâsâtı-ı İslâmiyetin ve îmâniyenin yayılması ve tahakkuku ve umûm Müslümanlara ulaştırılması adına ne yapıyor ve yapmış? Ve bu çabalar hayâtının ne kadarında görünüyor?

Üç: Müslümanların, Allah’ın emirlerini yerine getirmede yaşadıkları zorlukları ortadan kaldırmak için tüm gayretini ortaya koyuyor mu? Ve bunun için neler yapmış ve yapıyor?

Dört: Bizleri Allah, Kur’ân ve Peygamberimiz ile rabt eden ve el-Hucurat sûresi, 10. âyette buyurulan “Şüphesiz ki Mü’minler kardeştir” emrî üzerine âlem-i İslâm ile barışık mı, diğer Müslüman memleketleriyle ilişkileri kuvvetli mi? Ve onları gözetiyor mu? Bize sığınan Müslüman kardeşlerimize yaklaşımı nasıl?

Beş: Kur’ân’ı arapçasından okuyabiliyor mu? Ezberinden okuduğu herhangi bir Kur’ân tilâveti var mı?

Ve daha buna eklenecek nice husûslar var ki, uzatmamak için kesiyorum. Aklı başında olan bir Müslüman, buradaki beş maddenin gözlüğü ile karşısındakine bakar, inceler ve sonra onun hakkında elbette bir kanaat oluşturur. Yoksa, her kafadan çıkan laflara bakarak hareket etmez ve aldanmaz..

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ 

Nisâ sûresi, 58. âyet

Meâlen: “Hiç şüphesiz ki Allah, emânetleri ehline teslîm etmenizi size emreder!

İşte bu âyet, her işi ehline vermemizi emrettiği gibi, sâdece işleri değil, sıfatları da ehline vermemize işâret eder. Zirâ sıfatlar da birer emânettir ve ancak; hakîki sâhiblerine teslîm edilmelidir.


Ve yine unutmayalım ki; sûre-i en-Nisâ’da bildirildiği üzere, îmân edenler yalnızca Allah yolunda savaşırlar ve’s-Selâm..

اَلَّذِينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِۚ  

Nisâ sûresi, 76. âyet

Meâlen: “Îmân edenler Allah yolunda savaşırlar.

Allah’a emânet olunuz..
Ersin Miman