Hz. Musa’nın Kızıldenizi yardığını nereden bilicegiz? Sonuç olarak sadece Kur’anda yazan bir mucize.

Öncelikle şunu ifâde edelim ki; iddiâ edilen birşeyin olmadığını açıkça gösteren kat’i ve kesîn delîller yoksa ve olduğuna dâir de işâretler ve alâmetler bulunsa; o şeyin olduğu yönünde ihtimâl kuvvetlenir. Hatta bu işâretler veya delîller zayıf dahi olsalar, bir araya geldiklerinde kuvvetlenirler, aynen iplerin bir araya gelmesiyle sağlam bir halat olması gibi.

Hz. Mûsâ’nın, Firavun’dan ayrılarak Kızıldeniz’e kadar geldiğini ve orada Allah’ın mu’cizesine vesîle olduğunu, Firavun’un da aynı suda boğdurulduğunu ve cesedinin de bütün insânlığa ibret olması için muhâfaza edileceğini Kur’ân haber vermiş. Bu mu’cizeyi gösteren işâretler ve alâmetler bulunsa; bu mu’cize vuku’ bulmuştur (olmuştur) diyebiliriz.

Hz. Mûsâ vesîlesiyle Kızıldeniz mu’cizesinin tahakkuk ettiğine (gerçekleştiğine) dâir iki delîlimiz var. Birincisi, Kur’ân’dır. İkincisi de, Kızıldeniz’den çıkarılan ve şu an British Müzesi’nde sergilenen yaklaşık 3.000 yıllık bozulmamış bir ceseddir.

İlk delîlimiz olan Kur’ân’ın, mukaddes ve ilâhî bir kitap olduğu isbât edilirse, o vakit içindeki bütün beyânlarının da hak ve doğru olduğu sâbit olur. Ancak ne var ki; Kur’ân’ın hak bir kitab olduğunun isbâtı bu satırlara sığışması mümkün olmadığından ve başlı başlına müstakil (ayrı) bir eser yazmak icâb ettiğinden, şimdilik sizleri Risâle-i Nûr Külliyâtından Yirmibeşinci Söz olan Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi’ne ve İşârâtu’l-İ’câz adlı eserine havâle ederek diğer delîlle devâm edeceğiz.

Risâle-i Nûr eserlerinden tavsiye ettiğim iki kaynak, Kur’ân hakkında pek kuvvetli delîlleri ortaya koyduğu gibi, mes’elenin ne kadar geniş ve derîn olduğunun anlaşılmasına da vesîle olacaktır.

Eğer Risâle-i Nûr Külliyâtına sâhip değilseniz, “Risâle-i Nûr Okuma Programı” adlı uygulamayı cep telefonunuza ücretsiz yükleyebilir ve okurken bilmediğiniz kelimelerin de üzerine dokunarak anlamlarını görebilirsiniz.


İkinci delîlimize gelirsek:
Yazımızın başında, Kızıldeniz mevkii’nden (konumundan) çıkarılan bir cesedden bahsetmiştim. Bu cesedin, Cebelyn mevkiinde kumlar arasında bulunduğunu, fotoğrafının çekildiğini ve ilk bulunduğunda secde hâlinde olduğunu haber veren şâhidimizin beyânını, Sorularlaİslamiyet sitesinden aktaracağız.

Ayrıca, Bedîüzzamân Hazretlerinin de buna dâir bir beyânı var. Evet, mânâ ve kabîr âlemini Allah’ın izni ile keşfen gören ve müşâhede edebilen Bedîüzzamân Hazretlerinin beyânını da kaydedelim:

İşte الْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ âyetinde bir kelime ile bir mu’cize-i tarihiye gösterildiği gibi {(Haşiye): Mu’cizat-ı Kur’aniye’de اَلْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ âyetiyle gark olan (suda boğulan) Firavun’a der: “Bugün gark olan cesedine necat vereceğim, demesiyle umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevtâlûd, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevcelerinin üstünde şu asır sahiline atılacağı mu’cizane bir işaret-i gaybiye ifade eder.

(Haşiyenin haşiyesi): Bu asırda ecnebiler aynı Firavun’un cesedini bulmuşlar. Müzehanelerine (müzelerine) götürdükleri, ceridelerle (gazetelerle) neşredilmiştir.} (Emirdağ Lahikası-2)

Zikredilen Yûnus Sûresi, 92.âyet ne diyor hatırlayalım:

فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟

“(Ey Firavun!) Bugün senin cesedini, senden sonrakilere ‘ibret olması için’ denizden çıkaracağız (yâni asırlar sonra herkese cesedini göstereceğiz). Şüphesiz, insânların çoğu bizim âyetlerimizden gâfildir.

Ve Firavun’un ilk fotoğrafı..

Dikkat etmemiz gereken husûslar: Birincisi: Bu cesed mumlayanmamıştır. İkincisi: Mumyalanacak cesedlerin bozulmadan kalması için bâzı iç organları çıkarılır ve sonrasında ilaçlama ve mumlayama yapılır. Buna rağmen, mumlayanmış cesedlerde dahi bir takım bozukluklar görüldüğü halde, bu cesed, iç organlarıyla birlikte mücerred (kıyâfetsiz, çıplak) ve korunmasız bir vaziyette bozulmadan ve çürüyüp dağılmadan, ayrışmadan binlerce yıl geçmişten günümüze gelmiştir. Üçüncüsü: Secde eder vaziyetinde olduğuna dikkat ediniz. Ayaklarının pozisyonuna ve kollarının dirseklerden kıvrılmış olduğuna ve hayâlinizde cesedi düzleştirerek kaldırdığınızda başının da eğik ve secde vaziyetinde olduğuna dikkat ediniz. Zâten bakınca zâhir olarak görünüyor. Dördüncüsü: Başında sararmış saçları görülebilmektedir (Kitap üzerindeki fotosu daha net idi, yine de dikkatlice bakılırsa kafatası üzerinde saçların bulunduğu görülebilir). Beşincisi: Bu fotoğrafı çeken şâhidin beyânı, yüzünde sakallarının da mevcûd olduğudur. Altıncısı: Karbon 14 metodu ile cesedin en az 3.000 yıllık olduğu tesbît edilmiştir. Ve bununla, Hz. Mûsâ (aleyhi’s-Selâm) devrinde yaşadığını da anlıyoruz.

Evet, mevkî; Kızıldeniz.. Çıkarılan cesed en az 3.000 yılllık. Mumyalanmamış ve hiçbir şekilde ilaçlanmamış ve çürüyüp dağılmadan günümüze kadar ulaşmış.

Kur’ân’daki ilgili âyetler ve Bedîüzzamân Hazretlerinin beyânı ve cesedin çıkarılış mevkî ve âit olduğu yıllar ve bozulmadan günümüze kadar ulaştırılması ile birlikte secde vaziyetinde olmasını da birleştirdiğimizde, bu cesedin Kur’ân’da bahsi geçen Firavun’a âit olduğunu anlıyoruz.

Herhangi bir cesedin binlerce yıl suda kalması ve bu süreçte cesedindeki etlerinin çürümemesi, bozulup dağılmaması ve ayrıca hiçbir canlının cesedine ilişmemiş yâni zarâr verememesi zâten bunun bir mu’cize olduğunu ve husûsî olarak muhâfaza ediliğini gösteriyor. Nitekim, mumyalamada dahi bu derece bir muvaffâkiyet elde edilemiyor. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir diyerek, bu konuda yapılan bâzı i’tirâzlara da cevâb verelim ki, zihinler karışmasın..

Öncelikle şunu tekrâr etmekte fayda görüyorum. Kur’ân’da bildirilen mu’cizeler yalnızca bundan ibâret olmadığı gibi, Kur’ân’ın kendisinin de bir mu’cize olduğunu ve Bakara Sûresi, 23. ve 24. Âyetlerde Kur’ân, kendisinin bir benzerini yapmaya herkesi dâvet ettiği halde hiçbir kimsenin ve İslâm düşmânlarının ve devletlerin ve hatta günümüz bilgisayarlar yazılımlarından dahi yardım alarak bir mislinin yapılamadığını görüyoruz. Halbuki Kur’ân, bu meydan okumasını yaklaşık 14 asırdır yaptığı gibi, hâlen de yapmaya devâm ediyor. İşte Kur’ân’ın kendisinin en büyük bir mu’cize olduğunun kanıtı..

Bakara Sûresi, 23. Ve 24. âyetler:

وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

Meâlen: “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’ân) hakkında şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şâhitlerinizi de (yardımcılarınızı da) çağırın.”

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

Meâlen: “Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insânlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”

İşte mukaddes kitabımız Kur’ân’ın verdiği haberler ve ihbârlar elbette haktır ve hakîkattir. Kur’ân mağlûb edilmediği müddetçe (ki edilemeyecektir), söylediği herşey doğrudur.

Yapılan i’tirâzlara gelince:

Sorularlaİslamiyet sitesinin verdiği bir cevâbı kaydederek başlayalım.

“Bazı resimlerde secde halinde, bazılarında ise oturur şekilde görünüyor. Aradaki farka gelince, aldığımız haberlere göre ceset ilk bulunduğunda secde halindeymiş. Sonradan Kur’an’ın verdiği haber anlaşılmasın diye sırt üstü yatırıldığı söyleniyor. Eğer her iki resimdeki ceset de Firavun’a ait ise, biri secde halindeyken çekilen resmi, diğeri de sırt üstü yatırılmışken çekilen resmidir.

Firavun’un cesedini ilk defa İngiltere’de görüp, fotoğrafını çekerek Zafer Dergisine gönderen yakından tanıdığımız çok değerli bir arkadaşımız, bir üniversitede halen görev yapan profesör bir hocamızdır. Bizzat bu olayı kendisinden dinledik. O zaman aynen Dergide çıktığı gibi secde halindeydi. Daha sonra bu şeklini değiştirmiş olabilirler. Eğer bu değişiklik, teknik bir zorunluluk olarak gerçekleştirilmemişse, kuvvetli bir ihtimalle Kur’an’ın bir i’caz parıltısına hizmet ettiğini görenlerin çabaları sonucu olmuştur.

O dönemlerde, ceset üzerinde yapılmış testler sonucunda, tespit edilen yaşının tarihi itibariyle Hz. Musa (as) dönemine ait olabilecek (2.500-3.000 yıl önce) tarihlere işaret ettiği ve cesedin de Firavun’a ait olduğu uzmanlarca rapor edilmişti. Ayrıca çıkarıldığı yer de Firavun’un boğulduğu Kızıldenizdi.

Bütün bunların yanında, bu ceset daha meşhur olmadan çok önce, İslam dünyasının yetiştirdiği ender alim ve velilerden biri olan Bediüzaman Said Nursi tarafından çok kesin bir ifadeyle, onun bizzat Hz. Musa (as) dönemindeki Firavun’a ait olduğunun ifade edilmiş olması, bize kesin kanaat vermektedir.

Cesed Kızıldeniz’in kenarında Cebelein mevkiinde bulunmuş ve onu kızgın kumlar arasından 1881 senesinde çıkaran İngiliz araştırma ekibi tarafından müzeye götürülmüştür. Secde vaziyetinde duran cesedin tüm organlarının tam olduğu, hatta başındaki sararmış saçları ile sakallarının var olduğu görülmüştür. Cesedin en hayret verici özelliği ise mumyalanmamış olmasıdır. Bilindiği gibi mumyalanmış cesedlerin iç organlarının bazıları çıkarılmış ve ilaçlanmış durumdadır. Fakat bu cesede hiçbir işlem yapılmaış ve kimyevi madde kullanılmamıştır. Karbon 14 denen yöntemle en az 3000 yıllık olduğu kanıtlanmıştır.

Söz konusu ceset, Süveyş Kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte bulunmuş ve Londra’ya getirilmiştir.” (Bknz: sorularlaislamiyet.com)

Sorularlaİslamiyet sitesinin verdiği cevâbı buraya kaydetmemin sebebi, birincisi; Kızıldeniz’den çıkarılan Firavun’un cesedi sonrası ziyârete giden ve oradaki yetkililerle görüşen ve Kızıldeniz’den çıkarıldığı bilgisi ile birlikte, secde hâlindeki vaziyetini de fotoğraflayan ve bu bilgilerin resmî tutanaklarından haber veren kişi ile, Sorularlaİslamiyet’in bizzat görüşmüş olmasıdır. İkincisi; verilen cevâb ile aynı fikirde ve görüşte olduğum içindir. Bunu biraz daha açalım:

Kâfîr milletinin içindeki İslâm’a ve Müslümânlara düşmân olanlara ve devlet olarak da İslâmiyet ve Müslümânlar aleyhine hareket edenlere kat’iyyen güvenmiyoruz. Ve güvenmeme sebebimiz, İslâma olan düşmanlıkları nedeniyle târih boyunca yapageldikleri hîleleri ve aldatmaları nedeniyledir.

Bu düşman tâifeler, İslâmiyete ve Kur’ân’a olan adâvetlerinden (düşmânlıklarından), Kızıldeniz’de buldukları Firavun’un cesedini, Kur’ân’ı haklı çıkarmamak için Cebelyn mevkiine götürürler, orada bir mezâr kazarlar, içine koyarlar, sonra yanlarına da çanak-çömlek koyup buradan çıkardık diye fotoğraflarını da çekebilecek potansiyele sâhiptirler.

Ve daha da ötesine gidip, secde hâlinde görünmemesi için onu yan yatırırlar ve hatta ellerinden gelirse bundan daha fazlasını da yapabilecek potansiyele sâhiptirler.

Bu konuda yaşanmış birçok örneğimiz var fakat konunun başka yerlere uzanmasına kapı açmamak için zikretmiyoruz.

Hem oradaki bâzı yetkililer güyâ demişler ki, cesedi Cebelyn mevkiinden çıkardık ve burası ise Kızıldeniz’e 300km uzaktadır ve hatta bunun gibi elimizde başka cesedlerde var ve bu cesedin Firavun’a âit olduğuna dâir ise hiçbir delîl yok.

Eğer kendileri Cebelyn mevkii’ne götürmediler ise (ki, ilk alınan bilgiler ve tutanaklara geçen kayıtlar Kızıldeniz’den çıkarıldığı yönündedir) yine de cesedin Firavun’a âit olduğunu çürütmez zirâ, denizlerle çevrili bir memlekette yaşıyoruz, bâzen biri boğulur ve cesedi çok uzak yerlerden kıyıya vurur. Demek suda sürüklenebiliyor. Hele bir de binlerce yıl denizde duran (durdurulan), elbette daha ziyâde sürüklenebilir. Hem bâzen de, sular çekiliyor, yâni deniz çekiliyor ve denizin içindeki tepeler birer dağ olarak kara parçası hâline geliyor. Demek istediğimiz, burada hem teknik olarak, hem aklen mantıksız bir durum yine yoktur.

Ve mezarda bulunan Mısırlı cesedlere baktığımız zamân (ben çok sayıda inceledim), bu şekilde secde hâlinde olanı hiç görmedik!! Hepsi bildiğiniz tarzda uzanık bir vaziyettedir. Ayrıca mumyalanmamış olanların tamâmının cesedi çürümüş ve dağılmış, geriye iskelet parçaları kalmıştır. Mumyalanmış olanlar da mezarlarında ya bir tabut içinde veya mezar içinde ancak hepsi uzanmış vaziyettedirler. Halbuki Firavun’un cesedi, secde eder bir vaziyette veya yere kapanmış bir tarzdadır. Eğer sıradan biri gibi ölmüş ve bu şekilde mezara konulmuş olsa idi, herkes gibi görünürdü yâni, düz ve yatay olarak yatar bir şekilde!

Daha bunlar gibi başka cesedlerde var denilmiş, onları da sergileseydiniz. Kaç tâne daha bozulmamış ve secde vaziyetinde cesed var, görseydik. Fakat sergilememişsiniz. Demek onlardan geriye hatırı sayılır bir şey kalmamış.

Ve elbette hepimiz biliyoruz ki, Firavun tek başına Kızıldeniz’de boğdurulmadı, yanında askeri birliği de vardı ve onlar da o mevkiideler fakat çıkarılamıyor, bulunamıyorlar zirâ onlardan geriye bir şey kalmadığı veya tek tük kemikler kaldığı kanaatindeyiz..

Evet, Kur’ân’ın haber verdiği bu mu’cizenin tahakkuk ettiğine dâir hiçbir şüphemiz ve tereddütümüz yoktur. Zirâ, Kur’ân taklîd edilemez ve bir benzeri yapılamaz mu’cizevî bir kitaptır. Umûm kâinâtın Sâhibinin kelâmı, beşer kelâmı ile mukâyeseye gelmez ve hiçbir şekilde taklîd dahi edilemez ve’s-Selâm..