Bâzı nâdânların bu minvaldeki (makâle başlığı) sözlerini veya paylaşımlarını okumuşsunuzdur. Niyetlerini ve kalplerini gösteren bu herzelerini şimdilik bir kenara bırakırsak, bir Müslümân elbette hâdisâtları, mertebelerini ve gayretlerinin ne’ticeye ne yönde te’sir edip etmeyeceğini düşünecek akl-ı selîme sâhip olmalıdır.
Meselâ, nasıl ki bir mahallede iki kişi kavga ediyor olsa, kişisel olarak müdâhâle mümkündür ancak, bir sanâyîdeki esnâflar arbedeye girmişse, oraya karakolun müdâhâlesi gerekir. Ve eğer bir mitingde toplanan onbinler veya yüzbinler kavgaya tutuşsalar, oraya da hem donanım, hem de sayı i’tibâriyle çok daha fazla emniyet güçlerinin müdâhâlesi lâzım gelir. Peki ya bu kavga değil de bir savaş ise? Devlet düzeyinde bir ordunun taarruzundan ve ağır silâhların kullanılmasından bahsediyorsak? Füzeler, bombalar, tanklar, uçaklar ve dahası… O vakit oraya da ancak, bir ordu mertebesinde ve kuvvetinde müdâhâle lâzım ve elzemdir.
Mâdem hakîkat böyledir, elbette Gazze’de yaşanan bu elîm ve vicdânları kanatan savaşa bireysel müdâhale ile bir ne’tice almak mümkün olmadığından, yalnız hissiyât ile hareket etmeyerek ve bu nev’deki savaşlara müdâhalenin ancak devlet ve ordu düzeyinde yapılması gerektiğini bilerek, şecaat ile değil, şehâmet ile hareket etmek icâb ediyor.
Ve bu nâdanlara gelince ise!
Devletimiz ve ordumuz asker göndermeye karâr verdi de, gidecek asker sayımız yeterli gelmedi de, memleketimizdeki erkekler orduya çağırıldı da, Müslümânlar gitmekten mi kaçtı?
Peki ya siz..?
Hissiyâtlarınızı kusmaktan başka ne yaptınız?
Gazze’ye doğru yola çıktınız da, biz mi görmüyoruz?
Hem deniliyormuş ki; böyle duâ etmekle, hatîm yapmakla, fetîh sûreleri okumakla olmaz.
Elbette her ikisi de olacak.. Hem mânevî duâlar ziyâdesiyle yapılacak ve Cenâb-ı Hakk’tan inâyet ve tevfîk istenecek, hem de gerekli olan maddî hazırlıklar da yapılacak. Fakat bu işin maddî ciheti (silâhla ordu düzeyinde müdâhale) bizim üzerimize olmadığından zirâ, bir devletimiz ve bir ordumuz var! O halde bize mânevî ciheti düşüyor. Orada bulunan Müslümân kardeşlerimize duâ edilecek ve Cenâb-ı Hakk’a niyâz edilecek.
Peygamberimiz de (aleyhi’s-salâtu ve’s-Selâm) savaşlara katıldı fakat öyle duâsız, münâcâtsız, Allah’tan yardım istemeksizin değil, hem bütün herkes kendini tek tek fedâ eder tarzında nizâmsız, intizâmsız hiç değil!
Kâinattaki herşey ve her hâdisât mâdem Cenâb-ı Hakk’ın kabza-i tasarrufunda ve yed-i kudretindedir, eğer O takdîr ederse bir sinek, Nemrud’u gebertir ve karıncalar koca firavunun sarayını harâb edebilir. Ve mâdem bunların misâlleri de târih-i beşeriye’de vardır. O halde duâ edilecek.. Ve duâ etmeye gelince ise, bak! Cenâb-ı Hakk ne buyuruyor?
Furkan Sûresi, 77.âyet’de, قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ meâlen: “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?”
Bakara Sûresi, 186.âyet’de, وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَاِنِّي قَرِيبٌۜ اُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِ Meâlen: “Kullarım, Beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki) gerçekten Ben (onlara) yakınım. Bana duâ edince, duâ edenin duâsına cevâb veririm.”
Enfâl Sûresi, 9.âyet’de, اِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنِّي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِفِينَ meâlen: “Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da: ‘Şübhesiz Ben size ardı ardına (gelen) bin melekle yardım ediciyim!’ diye duânızı kabûl etmişti.”
Tevbe Sûresi, 26.âyette, ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَكِينَتَهُ عَلٰى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَاَنْزَلَ جُنُودًا لَمْ تَرَوْهَا Meâlen: “Sonra Allah, Rasûlünün ve mü’minlerin üzerine sekînetini indirdi; hem sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular indirdi…”
Âl-i İmrân Sûresi, 13.âyette, قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ فِي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ Meâlen: “(Bedir muhârebesinde) karşılaşan iki cem’iyyet hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı. (Onlardan) bir cem’iyyet Allah yolunda döğüşüyordu, diğeri ise kâfirdi. Onlar öbürlerini (Müslümanları) dış gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah, kimi dilerse onu yardımıyle destekler. Şübhesiz bunda kalb gözleri açık olanlar için kat’i bir ibret vardır.”
Ahzâb Sûresi, 9.âyette, يَٓا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًاۚ Meâlen: “Ey inananlar! Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın! Hani (Hendek savaşında sizi yok etmek için düşman) ordular size gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
Ve daha bunlar gibi birçok âyet, her vakit Mü’minin duâya muhtâç olduğunu ve Allah’tan istemesi gerektiğini söylüyor. Ve elimizden ne geliyorsa, nereye kolumuz yetişiyor ise, o yapılacak. Bu dahi küllî bir dûa olarak Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olur ve kabûle karîn olur ve o beklediğimiz nihâyeti tâcil eder ümîdindeyiz.
Ve bu hâdisenin altındaki sırlara da hakîki vâkıf olamadığımızdan, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden bu kışın âhirinde bir yaz ihsân etmesini sabır ve duâ ile bekleriz ve’s-Selâm.
Ersin Miman
14.Kasım.2023