Tevbe Sûresi, 5.âyeti kaydederek başlayalım:
فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ
وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ
فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْۜ
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
Meâlen: “(Dokunulması) haram olan o aylar çıkdığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız, öldürün, onları (esîr olarak) yakalayın, onları habsedin, onların bütün geçid yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
Evet, İslâm’da teklîf vardır, zorlama yoktur. Ve bu âyette bildirilen, dolaylı da olsa bir zorlama mıdır, değil midir mütalaa edelim:
İlk önce ‘zorlama’ neye denir, mâhiyeti nasıl olur yâni ne olursa ona ‘zorlama’ diyebiliriz bunu anlamak için lugâtlardan istifâde edelim.
Kamus-u Türkî, Zorlamak: İcbâr etmek (zorlamak). Çok ibrâm etmek (zorlamak, usandırmak, yıldırmak).
Kamus-u Osmânî, Zorlamak: İcbâr güç etmek, cebir ibrâm (zorlamak, güç kullanmak).
TDK, Zorlamak: Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak; zor kullanmak, mecbur etmek, cebretmek. Üstelemek, ısrar etmek.
Turkish And English Lexicon, Redhouse, Zorlamak (زورلامق) : To force. (zorlamak) 2. To act with physical force or violence, to exert strength. (Fiziksel güç veya şiddet kullanarak hareket etmek, güç/kuvvet kullanmak/uygulamak)
Üç farklı kategorideki lugâtlardan ‘zorlamak’ nedir kaydettik. Dîni ıstılâhlara yer veren meşhûr kamuslar ve TDK’nın sözlüğü ve Oxford’un meşhûr Osmanlıca-İngilizce sözlüğü. Ve hepsinin ortak tanımlaması, zorlamanın; cebir, şiddet, güç, kuvvet uygulamak ile, karşı tarafın isteği ve rızâsı olmadığı halde onu o işi yapmaya mecbûr etmek ve irâdesine cebren hükmetmek şeklinde olduğudur.
Bu hatırımızda kalsın ve ikinci husûsa geçelim. Esîrlerin durumu;
İnsân Sûresi, 8.âyetde meâlen: “Ve kendileri ihtiyâç duydukları halde yiyeceklerini, fakîre, yetime ve esîre ikrâm ederler” denildiği gibi, Peygamberimizin (aleyhi’s-salâtu ve’s-Selâm) her zamân esirlere karşı iyi davranılmasını emrettiğini ve herkesin yediğinden yedirmesini tembîhlediğini de biliyoruz.
O halde, Peygamberimiz (ﷺ) zamânındaki esîrlerin durumu ile günümüzdeki esîrlerin durumu aynı değil. Günümüzde bir esîr; şiddetli tahakkümler, eziyetler ve belki işkenceler altında ezilirken, Peygamberimiz (ﷺ) zamânındaki esîrler; kendilerine yemek ikrâm edilen, ilgi ve alâkâ gösterilen bir konumdaydılar. Demek esîrlere tanınan bu kurtuluş yolu, o dönemdeki esîrler için zâten bir cebir olmadığı gibi, daha çok onlara sunulan mânevî bir ‘seçenek’ olduğunu, eğer zorlama olsa idi karşı tarafın istemediği birşeyi ona güç kullanarak yaptırtmak olacağını, halbuki onlara tevbe kapısının açılmasını; ebedî hayâtlarını kurtarmak için uzatılan bir şefkât eli mâhiyetinde olduğunu anlıyoruz.
Yine de zihne şu gelebilir; îmân ederek serbest kalmasının önü açılacağından dolayı, bir cihette o esîrleri buna sevk etmiş olmuyor mu?
Tevbe Sûresindeki ilgili âyette ne buyuruluyor..
“‘Eğer tevbe ederlerse’ ve ‘namaz kılarlarsa’ ve ‘zekât verirlerse’ o vakit kendilerini serbest bırakın.” Demek, samîmî tevbe edip etmediklerine azamî dikkat edilip, bir Müslümân olarak yaşadığından emîn olduktan sonra, serbest bırakılır.
Ve diyelim ki esîrler serbest kalmak için ‘kabûl etmiş gibi görünüyorlar’ ve bir Müslümân gibi dikkatle yaşıyorlar. Elbette ki, kalplerinde olan bilinemeyeceğine göre ve Ashâb’da işin bu cihetinin farkında olduğuna göre…
O vakit bu durum bize neyi gösterir?
Hiçbir şekilde cebîr olmadığını çünki, serbest bırakıldıktan sonra her biri kendi memleketine veya kabîlesine gidebilir ve tekrâr eski inancına da geri dönebilir!
O halde bu nasıl bir zorlama idi ki; karşı taraf bununla serbest kaldı ve istediği yere gidebilir ve dilerse fikrini de değiştirebilir bir hürriyet hakkı elde etti. Demek ki bu bir cebîr değil, bir dayatma değil ve hatta dolaylı olsa dahi değildir ve dünyânın hiçbir medeniyetinde görülmeyen ve yalnız İslâm’a mahsûs bir şefkât elidir ki, Cehennem’den kurtulmaları için verilmiş bir imkândır.
Ve bütün bunlara rağmen aldatma ve hîle yolunu seçen bir esîr, zâhirde Müslümânları aldatırken, hakîkatte Allah’ı da aldatabilecek mi…
Bu cevâbımız; genç kardeşlerimizin sorusuna cevâb olacak tarzda yazılmıştır. Savaş ve esîrler hakkındaki fıkhî ahkâmlar ve burada temâs edilmeyen husûslar bu yazının konusu değildir.