MUKADDİME
Talâk sûresi 4.âyeti delil olarak göstererek, bâzı hocaların da fetvâsıyla bülûğ yaşından evvel küçük kız çocuklarının evlendirilebileceğini söyleyenlerin olduğunu, bize hem suâl olarak hem de mâlûmat olarak aktaran bir kardeşimize binâen kaleme alınmıştır ve umumun istifâdesine takdîm edilmiştir.
Sûale dâir ihtiyaç duyulan deliller kaydedilmiş ve evlilik müessesinin şartları ve sıhhatine bakar yönleriyle birlikte mütalaa edilerek cevab verilmiştir.
Cenâb-ı Hakk’dan (c.c.) tevfîk ve istifâdeyi temennî ederiz.
İÇİNDEKİLER
- Mukaddime
- Talâk Sûresi 4.Âyet Üzerinden Sorulan Suâl
- Tâkip Edeceğimiz Yol Haritası
- A) Talâk Sûresi 4.Âyet’in ve İlgili Âyetlerin Meâlleri
- B) Talâk Sûresi 4.Âyet’in Tefsirlerdeki İzâhı
- Fahruddîn er-Râzî, Tefsir-i Kebîr
- İmâm-ı Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân
- İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri
- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dinî Kur’ân Dili Tefsiri
- C) Nikâh Nedir ve Nikâhın Mâhiyeti, Nikâh Akdi ve Evlilikte Denklik
- Nikâh’ın İçtimâi Yönü
- Velâyet
- Evlilikte Vekâlet, Velâyet ve Ehliyet
- Delillerin Zikri
- Velâyetin Mânâsı ve Sebebi
- Konuya Bakar Hadisler
- Evlilikte Denklik (Küfuv)
- D) Kanaatimize Gelince
Sûal: Talâk sûresi 4. Âyette meâlen: “Henüz âdet görmeyenlerin iddet süresi de üç aydır” denilmesi delil gösterilip, küçük yaştaki kız çocukları evlendirilebilir mi?
Fıkıhta, küçük yaştaki kızların evlendirilmesine dâir hükümler, nikâh ve nikâha âit bölümlerde tafsilatlı olarak zikredilmiştir. Soruya cevâb teşkil etmesi için ilgili bâzı kısımları kaydedeceğiz.
Bu mes’ele fıkıh içinde çok geniş olup, ayrıntılarıyla beraber ele alınacak olsa bir kitap teşkîl edecek kadar uzun olur. Hak mezheplerin içtihâdlarından yalnızca sûalimize bakar cevapları ve hükümleri almak ile yetineceğiz. Mes’elenin detaylarını merak edenler, verdiğimiz kaynaklardaki ilgili bölümlere bakarak teferruatı hakkında ma’lûmât alabilirler.
Evvelen zikredelim ki;
Herşeyin hakikâtini yalnızca Allah (c.c.) bilir…
Suâllerin cevabını bulmak hususunda tâkip edeceğimiz yol haritası ise:
A. Talâk sûresi 4. âyet’in meâlleriyle birlikte, tefsirlerde bahsedilen diğer âyetlerin de meâllerinin kaydedilmesi.
B. Talâk Sûresi 4. âyet’in tefsirlerdeki izâhı.
C. Nikâh nedir ve nikâhın mâhiyeti, nikâh akdi ve evlilikte denklik hususlarında fıkıhtaki içtihâdlar ve ilgili hadisler.
D. Kanaatimizce mes’elenin neticesi.
İlgili izahlar kaynaklarından aktarılırken, nazar-ı dikkati celbetmek istediğimiz nüanslar ile birlikte, bizi neticeye götürecek açıklamaları da yeri geldikçe yazacağız.
A. TALÂK SÛRESİ 4. ÂYET’İN MEÂLLERİYLE BİRLİKTE, TEFSİR İZAHINDA BAHSİ GEÇEN DİĞER ÂYETLERİN MEÂLLERİNİN KAYDEDİLMESİ:
وَالّٰٸٖ يَئِسْنَ مِنَ الْمَحٖيضِ مِنْ نِسَائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ وَالّٰٸٖ لَمْ يَحِضْنَ وَاُولَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ
(Talâk sûresi, 4. âyet)
Diyanet Meali : “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer.”
Elmalılı Hamdi Yazır Meali : “Hayızdan kesilmiş olan kadınlarınız -şübhelendinizse- onların iddeti de üç aydır, hayız görmiyenler de öyle, yüklülerin ise ecelleri hamillerini vaz’ etmeleridir.”
Ömer Nasuhi Bilmen Meali : “Ve o kadınlar ki, hayızdan kesilmişlerdir veya hayız görmeye başlamamışlardır, eğer (iddetleri hususunda) şüpheye düşmüş iseniz, (biliniz ki) onların iddetleri üç aydır, yüklü olan kadınların ise, yüklerini vaz’ edinceye değindir.”
Celal Yıldırım Meali : “Kadınlarınızdan ay halinden ümitleri kesilmiş olanların iddetleri hakkında şüphelenirseniz, onların iddeti üç aydır. Henüz ay hali görmeyen kadın da böyle… Gebe kadınların ise bekleme süresi, doğum yapmasıyla son bulur.”
Muhammed Esed Meali : “Ay hali görmekten kesilen ve hiç ay hali görmeyen kadınlarınıza gelince, onların iddeti, -eğer (onun süresiyle ilgili) bir şüpheniz varsa- üç (takvim) ay(ı) olacaktır; hamile olanların iddetleri ise, doğum yaptıklarında sona erecektir.”
Ali Fikri Yavuz Meali : ”(Yaşlılık dolayısı ile) hayızdan kesilmiş kadınlarınız (hakkındaki iddet bekleme hükmünden) şübhelendinizse, (Bunu bilemediğinize göre) onların iddeti de üç aydır; henüz hayız görmeyenler de öyle… (Boşandıkları zaman üç ay iddet beklerler.) Gebe kadınların iddetleri ise, çocuklarını doğurmaları ile son bulur.”
Fizilalil Kuran Meali : “Kadınlarınızın içinden adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır.”
Bu hususta âyette zikredilen وَالّٰٸٖ لَمْ يَحِضْنَ ifâdesinin tefsirlerdeki izâhlarını da kaydedeceğiz.
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُوءٍ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ فٖى اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فٖى ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُوا اِصْلَاحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذٖى عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ
(Bakara sûresi, 228. âyet)
Ömer Nasuhi Bilmen Meali : ”Boşanmış kadınlar kendi nefisleri için üç hayz müddeti beklerler. Onların rahîmlerinde Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu şeyleri gizlemeleri, onlara helâl olmaz. Eğer onlar Allah Teâlâ’ya, ahiret gününe imân etmişler iseler ve onların kocaları eğer ıslah kasdinde bulunurlarsa o bekleme zamanında o zevcelerini geri almağa çok haklıdırlar. Kadınların lehinde de onların aleyhlerindeki meşru hakka mümasil bir hak vardır. Fakat erkekler için kadınlar üzerine bir derece ziyâde hak vardır. Ve Allah Teâlâ azîzdir, hakîmdir.”
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَاَشْهِدُوا ذَوَیْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَاَقٖيمُوا الشَّهَادَةَ لِلّٰهِ ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِهٖ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا
(Talâk sûresi, 2. âyet)
Ömer Nasuhi Bilmen Meali : ”Sonra (o kadınları) iddetlerini doldurmaya yaklaştıkları vakit artık onları güzellikle tutun veya güzellikle onlardan ayrılın ve sizden iki adâlet sahibini de şahit tutun ve şehâdeti Allah için doğruca ifâ edin, işte size bu (bildirilen, bir şeydir ki) bununla Allah’a, ahiret gününe imân eden kimseye öğüt verilir ve her kim Allah’tan korkarsa onun için bir çıkış yeri nâsip eder.”
B. İLGİLİ ÂYETİN (TALÂK SÛRESİ, 4.ÂYET) TESFİRLERDEKİ İZÂHI:
Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, Mefâtîhu’l-Gayb, 21.cilt, sh: 539
Cenâb-ı Hakk, Bakara Sûresi’nde (234.âyet), hayız gören; kocası ölmüş kadınların iddetlerini bildirmiş, burada da, orada bahsetmediği diğer kadınların iddetlerinden bahsetmiştir. Rivayet olunduğuna göre Muâz b. Cebel, “Ey Allah’ın Resulü, biz hayız gören kadınların iddetinin ne olduğunu öğrendik. Peki, hayız görmeyenlerin iddeti nedir?” deyince, Cenâb-ı Hakk, işbu وَالّٰٸٖ يَئِسْنَ مِنَ الْمَحٖيضِ Talâk sûresi 4. âyetini indirdi.
Cenâb-ı Hakk, اِنِ ارْتَبْتُمْ “eğer şüphe ederseniz…” (Talâk sûresi 4.âyet) buyurmuştur ki bu, “Eğer hayız görmedikleri o iddet içinde onların hamile olup olmadıkları şüphesine düşerseniz, işte bunların hükmü budur, üç aydır” demektir. Bunun, “Eğer, büluğa ermiş kadınların, hayızdan kesilme yaşına erip ermedikleri hususunda şüpheye düşerseniz bunun hayız mı yoksa “istihâze kanı mı (hastalıktan dolayı gelen) olduğunu kestiremezsiniz, bunların iddetleri üç aydır. Ulemâ bu yaşı altmış ve ellibeş ile sınırlamışlardır.
Küçük Kadınların İddeti
“Bunların iddetleri üç aydır..” âyeti nazil olunca da, birisi ayağa kalkarak, “Ey Allah’ın Resûlü, peki hayız görmeyecek derecede küçük olanların iddeti ne kadardır?” deyince,وَالّٰٸٖ لَمْ يَحِضْنَ “henüz adetini görmemiş bulunanlar…” Talâk sûresi 4. âyeti nazil oldu.. Ki bu, “Bunlar da, hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlar gibi olup, iddetleri üç aydır..” demektir.
İmâm-ı Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 17.Cilt, sh: 434
“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla”buyruğu ile; bu sûrede ay hali kanı görmeyen kadının bekleyeceği iddeti onlara öğretmiş bulunmaktadır.
Ebû Osman Ömer b. Salim dedi ki: Bakara Sûresi’nde boşanmış ve kocası vefat etmiş kadının iddeti ile ilgili hüküm nâzil olunca Ubeyy b. Ka’b: “Ey Allah’ın Rasûlü dedi. Bazıları; haklarında hiçbir şey sözkonusu edilmemiş kadınlar var, dediler. Bunlar da küçük yaştakiler ile hamile olan kadınlardır. Bunun üzerine: “Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlar…” âyeti nâzil oldu.
Mukatil dedi ki: Yüce Allah’ın : “Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur müddeti beklerler” (Bakara sûresi, 228) buyruğu zikredilince, Hallad b. en-Numan dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü, peki ay hali görmeyen kadın ile ay halinden kesilmiş olan kadının ve hamile kadının iddeti nedir? diye sordu. Bunun üzerine “Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla…” yani artık ay hali görmeyen kadınlarla… âyeti nâzil oldu.
Bir diğer görüşe göre Muaz b. Cebel: Ay halinden kesilmiş yaşlı kadının iddetine dair soru sorunca, bu âyet-i kerime nâzil oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Mücâhid dedi ki: “Âyet-i kerime; gördüğü kan, ay hali kanı mıdır, yoksa bir hastalık kanı mıdır, bilemeyen, istihâze gören kadın hakkındadır” demiştir.
(…)
“Asla ay hali olmayanlar” ile kastedilen küçük yaştakilerdir. Bunların da iddetleri üç aydır. Buna göre haber hazfedilmiştir. Bu durumdakinin iddetinin ay hesabı ile yapılmasının sebebi, bunda adetin olmayışından dolayıdır. Yüce Allah ise hükümleri alışılmış adetlere göre yürürlüğe koymuştur. Bundan dolayı böyle bir kadın ay hesabı ile iddet bekler. Eğer kadınlar nezdinde muhtemel bir zamanda kan görecek olursa, bu sefer iddette aslolanın varlığı sebebiyle ona göre iddeti intikal eder. Çünkü asıl var oldu mu bedelin hükmü kalmaz. Nitekim yaşlı bir kadın önce kan görme adetine göre iddet bekledikten sonra, kan görmesi kesilecek olursa, ay hesabına göre iddete dönüş yapar. Bu hususta icma vardır.
İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, 14.Cilt, sh: 7943
Allah Teâlâ, yaşlılık nedeniyle âdetten kesilmiş olan kadınların iddet müddetinin âdet gören kadınlarla ilgili olarak Bakara sûresinde 228. âyette belirtildiği gibi üç temizlik üzerine üç ay olduğunu belirtiyor. Henüz âdet yaşına erişmemiş olan küçük kızların da âdetten kesilmiş hanımlar gibi üç ay iddet bekleyeceklerini bildiriyor ve : “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanların iddeti; -eğer şüphe ederseniz- üç aydır.” buyuruyor.
“Eğer şüphe ederseniz.” kavli üzerinde iki görüş vardır:
a) Bu; Mücâhid, Zührî ve İbn Zeyd gibi selef’den bir tâifenin görüşüdür ki buna göre; bu ifâdenin anlamı şöyledir: Eğer bir kan görür ve bu kanın âdet kanı mı, yoksa istihazâ kanı mı olduğundan kuşku duyup şüphelenirseniz, demektir.
b) İkinci görüşe göre; bu ifâde eğer onların iddetinin hükmü konusunda şüpheye düşer ve bilmezseniz üç aydır, anlamına gelir. Bu; Saîd İbn Cübeyr’den rivâyet edilen görüştür. İbn Cerîr Taberî’nin de tercîh ettiği görüş budur. Anlam bakımından da en açık olan görüş budur. İbn Cerîr bu görüşü destekler mâhiyette Ebu Küreyb ve Ebu Saîd kanalıyla İbn İdrîs’in… Amr İbn Sâlim’den rivâyet ettiği şu hadîsi kaydeder:
Übeyy İbn Kâ’b dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, kadınlardan, çocuklar, yaşlılar ve hâmilelerin iddeti Allah’ın kitabında zikredilmedi.” Bunun üzerine Allah Azze ve Celle : “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanların iddeti; -eğer şüphe ederseniz- üç aydır. Henüz âdet görmemiş olanlar da böyle. Gebe kadınların süresi ise; yüklerini vaz’etmeleridir.” buyurdu. İbn Ebu Hâtim, bu rivâyeti daha basît olarak şöyle kaydeder: Bize babam… Ömer İbn Sâlim’den nakletti ki; Übeyy İbn Kâ’b şöyle demiş: Allah’ın Rasûlüne; Bakara sûresindeki kadınlarla ilgili âyet nâzil olunca; Medine’lilerden bazı kişiler, Kur’ân’da iddeti zikredilmemiş olan çocuklar, âdetten kesilmiş olan yaşlı kadınlar ve hâmilelerin durumu belirtilmeden kaldı dediler, dedim Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Bu gibi kadınlar için işte bu âyet nâzil oldu: “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanların iddeti…”
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili Tefsiri, 8.Cilt, sh: 436-438
Bundan sonra, “Boşanan kadınların iddetleri, hayızları hesap edilerek, Bakara Sûresi’nde geçtiği üzere, üç hayız dönemi sayılacak olursa, hayız durumundan kesilmiş olan veya hiç hayız görmeyen veya gebe bulunan kadınların iddeti nasıl sayılabilecek?” denirse, onların iddetlerinin de miktarını açıklamak için buyuruluyor ki:
وَالّٰٸٖ يَئِسْنَ مِنَ الْمَحٖيضِ مِنْ نِسَائِكُمْ (Talâk sûresi 4.âyet) Hayızdan kesilmiş, yaşı ilerlemiş olup da artık hayız görmekten doğal olarak ümidini kesmiş/’iyâs, yani ümitsizlik’ haline gelmiş kadınlarınızdan boşanmış olanlar, ki çoğunlukla doğal olarak hayızdan kesilme yaş, elli beş ve altmış olarak belirlenmiştir. “ وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُوءٍ “ ‘Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler…’(Bakara, 228. âyetinin tefsirinde geçen açıklamalara bak). اِنِ ارْتَبْتُمْ Eğer şek, şüphe ediyorsanız… Burada bu اِنِ ارْتَبْتُمْ kaydı, ilerisi için zikredilen türden bir kayıt (ihtirazî) değil, bu meseleyi soranların veya soracakların sordukları veya sorabilecekleri sorularına göre gerçekte var olan durumlarla ilgilidir; bir ara cümledir. Yoksa, “hayızdan kesilip kesilmediklerinde şüphe ediyorsanız…” demek değildir. Çünkü,يَئِسْنَ “ümidini kesmiş, ‘iyâs: ümitsizlik’ haline gelmiş” biçimindeki geçmiş zaman kipiyle ‘hayızdan ümit kesmenin bilindiği söylendikten sonra, “ümit kesme konusunda şüphe ediyorsanız” denilmeyeceği bellidir. Bu nedenle, anlam şu şekilde olur: “Bunların iddetlerinin ne şekilde olacağını kestiremeyip de zor görüyor, bu konuda şüpheleniyor ve soruyorsanız biliniz ki,” فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ onların iddetleri üç aydır (Talâk, 4). Üç ay beklerler, bu süre içinde bir gebelik ortaya çıkmazsa, sonunda, öncekiler gibi فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ … onları da ya güzellikle tutun yahut onlardan güzellikle ayrılın (Talâk, 2). وَالّٰٸٖ لَمْ يَحِضْنَ Hayız âdeti görmeyenler de öyle üç aydır. Bu وَالّٰٸٖ ism-i mevsûlü, yukarıdaki وَالّٰٸٖ يَئِسْنَ isim cümlesinin “mübtedâ”sına, “müfredin atfı” biçiminde atfedilmiş ve ona bağlanmış olup, “haber”inin de zikredilen فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ “Onların iddetleri üç aydır”ifadesi olması uygun olduğu gibi, buna ipucu yardımıyla başka bir haber düşünülerek, وَالّٰٸٖ لَمْ يَحِضْنَ كَذَلِكَ عِدّتُهُنَّ ثَلثَةُ اَشْهُرٍ ‘Hayız âdeti görmeyenler de, bunun gibidir, onların iddeti de üç aydır’ şeklinde, cümleyi cümleye atfetmek de uygun düşer. Miktarda ortaklık bakımından önceki; hükümde bağımsızlık açısından da ikincisi daha uygundur.
Bunlar, gerek on yedi yaşından küçük olup, henüz bülûğa ermemiş olduklarından dolayı hayız görmemiş olanlara, gerekse bülûğ yaşının en üst sınırı olan on yedi yaşını geçmiş ve bu nedenle, yaş itibariyle bâliğa oldukları halde, hayız âdeti görmemiş olanları kapsamaktadır. Bir veya iki kere hayız görüp de sonra görmemiş olanlar da, sahih görüşe göre, böyledir.
Birinci kısmın sonuna doğru bülûğ ve rüşd yaşları hakkında fıkıhtaki içtihâdlar yazılmıştır. Hanefi mezhebi, bülûğ alâmetleri olmadığı takdirde erkeklerde onsekiz, kızlarda onyedi yaşını almış, Şafiî mezhebi ise onbeş yaşını almıştır. Bu hususta detaylı bilgi “Kanaatimizce mes’elenin neticesi” kısmında yazılmıştır.
C. NİKÂH NEDİR VE NİKÂHIN MÂHİYETİ, NİKÂH AKDİ VE EVLİLİKTE DENKLİK HUSUSLARINDA FIKIHTAKİ İÇTİHÂDLAR VE İLGİLİ HADİSLER.
Kısadan da olsa burada bahsetmemiz lâzım gelen ve yazımızın nihâyetinde tamamlayıcı olarak zikredeceğimiz nikâhın içtimâi yönünü de kaydediyoruz.
NİKÂH’IN İÇTİMÂİ YÖNÜ:
İbn-i Abidin – Reddü’l-Muhtar:
Nikah bir cihetle ibadet, bir vecihle muameledir. Nikâhla cihadın her ikisi, Müslümanın ve İslâm’ın vücut bulmasına sebep olmakta müşterek iseler de, musannıf (ibn-i Âbidîn) nikâhı evvel zikretmiştir. Çünkü Müslüman fertlerinin nikâhla çoğalması, harple çoğalmasından kat kat fazladır. (…) Hattâ ulema, “Nikâhla meşgul olmak nâfile ibadetlere kendini vermekten efdaldir” demişlerdir. Yani nikâhla ve nikâhın şâmil olduğu nefsi haramdan korumak ve çocuk terbiyesiyle meşgul olmak gibi işleri görmekle meşgul olmak, nâfile ibadetten hayırlıdır demek istiyor.
Evvelâ nikâhın dünyada ibadet olması; Müslümanların çoğalmasına sebep teşkil ettiği içindir. Bir de onda, söylediğimiz nefsi haramdan korumak ve benzeri şeyler bulunduğu içindir.
İslâm Fıhkı Ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî :
İslâm hukukunun evlilik öncesine verdiği önem, evliliğin sağlam temeller ve prensipler üzerine binâ edilmesinin amaçlanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak böyle kurulan bir evlilikten beklenen hayırların gerçekleşmesi mümkün olacaktır. Bu hayırlar, evliliğin devamı ve kalıcılığı, ailenin mutluluğu, istikrar, ailevî çözülmeyi engelleme, bu kutsal bağı kavga ve çekişmelerden koruma gibi hususlardır. Çocukların sevgi ve huzur içinde büyümeleri, eşlerin birbirlerinde sükûneti ve iç rahatlığını bulmaları ancak böyle gerçekleşebilir.
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için eşler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve merhamet yapması da O’nun âyetlerindendir. Şüphe yok ki bunda, düşünen bir kavim için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 21.)
Elbette İslâm, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır.
VELÂYET :
Velâyet bahsinin ayrıntılarına, nüanslarına ve şartlarına girmeden, yalnızca bizi ilgilendiren kısımları kaydedilecektir. Bu nedenle yapılan alıntılar birbirini tâkip eden metinler şeklinde değil, parça parça şeklinde görünebilir.
İbn-i Abidin – Reddü’l-Muhtar:
Velâyet, başkası üzerinde ister istemez sözünü geçirmektir ki, dört şeyle sâbit olur. Onlardan birisi de evlendirmeye mezun olan İmamlıktır.
Bu tanım, velâyetin fıkhî tarifidir. Başkasına sözünü geçirmekten mûrad, nefiste veya malda yahut her ikisindedir.
Babası veya dedesi perdesi patlak olursa (akli melekesinde zayıflık veya kız ile arasında düşmanlık veya nefsini, menfaatini arayan, önde tutan biri ise), kızı mehr-i mislinden az mehirle ve denginden başkasına vermesi geçersizdir. Ancak bir maslahat için olursa (kıza da faydalı olacak) o vakit geçerli olur. Eğer baba veya dede’de kötü hareketler görülmemiş ise, o vakit kızını dengine vermesi caiz olur.
Burada velâyet iki nev’dir:
Birincisi: Mendup olan velâyettir ki, mükellef olan kadına velî olmaktır. Velev ki bâkire olsun.
Mükellef hür kadın ise, âkil bâliğ olandır.
İkincisi: İcbar velâyetidir ki, küçük kız üzerine olur. Velev ki dul veya bunak yahut câriye olsun. Nitekim musannıf şu şekilde ifâde etmiştir. Yâni velî, küçük çocuğun, delinin ve câriyenin nikâhı sahih olmak için şarttır. Mükellef kadının nikâhında şart değildir. Binaenaleyh mükellef hür kadının nikâhı, velînin rızası olmasa da geçerlidir.
Şâfiî’ye göre ise, velâyet vâciptir. Şâfiî’ye göre icbar velâyeti bâkire olmaya bağlıdır. Bâkire olursa, velîsi onu izinsiz kocaya verebilir. Velev ki bülûğ a ermiş olsun. Dul olursa, izni olmaksızın kocaya veremez. Velev ki küçük olsun. Demek oluyor ki, O’na göre (Şâfîi) küçük dul büluğa ermedikçe kocaya verilmez. Çünkü babanın velâyeti sâkıttır.
Mükellef kadının nikâhında (velâyet) şart değildir.
Delil olması açısından,
“Hâkim-i Şehid’in Kâfi’sinin ikrah bahsinde ise : ‘Kadın bin dirhem mehirle evlenmek üzere zorlansa, mehr-i misli onbin dirhem olsa ve velileri kendisini zorla evlendirdilerse nikâh câizdir. (Eğer) Kocası kadının küf’ü (dengi) ise, hâkim ona istersen bu kadına mehr-i mislini tamamla der (yâni dengi olduğundan mehri tamamlasa nikâh devam eder). Aksi takdirde aralarını ayırır. Kadın için hiçbir şey verilmez ilh…’
Ayrıca Râniyye’de ise: “Kadının nikâhtaki vekili, babasının ismini yanlış söyler de, kadın da orada bulunmazsa, nikâh sahih değildir. Çünkü meçhûldür. Kızının isminde yanılması da böyledir. Meğer ki kız orada bulunsun, yahut ona işâret etsin. Bu takdirde sahih olur. (Eğer) Bir kimsenin iki kızı olur da, büyüğünü evlendirmek ister fakat yanılarak onu küçüğünün adıyla çağırırsa, akit küçük kız için sahih olur.”
ŞÂFİÎ mezhebine göre (muğni’l-muhtâc):
Nevevi şu ifadesiyle işaret etmiştir:
Veli, [velayeti altındaki kız için] kendi başına evlilik akdini yapabilme yetkisine sahip ise, onun evlilik ikrarı da kabul edilir, aksi takdirde kabul edilmez. Veli, velayeti altındaki kızı, iki adil şâhidin huzurunda evlendirdiğini ikrar etse –bâliğ ve akıl olan kız bu konuda onun sözünü kabul etmese bile- [bakılır:]
Şayet veli, ikrar anında bu nikâh tasarrufunu tek başına gerçekleştirme yetkisine sahipse, yani zorla evlendirme yetkisi varsa ve koca da kıza denk ise, onun ikrarı kabul edilir; çünkü -daha önce geçtiği üzere- tasarrufu gerçekleştirme yetkisine sahip olan kişi ikrar yetkisine de sahiptir.
Babanın kızını zorla evlendirme yetkisi (velâyet-i icbâr) vardır. Bu ise, aralarında açık bir düşmanlık durumu söz konusu değilse, kız küçük olsun, büyük olsun; akıllı olsun, akıl hastası olsun, onu kendisinden izin almaksızın evlendirebilmektir.
Dârekutnî’den rivayetle, Hz. Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: Dul kız, kendi evliliği konusunda velisinden daha çok hak sahibidir. Bâkire kızı ise babası evlendirir. (Sünen-i Dârekutnî, Nikâh, III, 240)
Bu hadis sebebiyle babanın kızından izin alması müstehap olarak görülmüştür.
Babanın, bâkire olan kızını ondan izin almaksızın evlendirebilmesinin bir takım şartları bulunmaktadır:
1. Baba ile kız arasında açık [herkesçe bilinen] bir düşmanlığın bulunmaması
2. Kızı, ona denk birisiyle evlendirmesi
3. Kızı, emsal mehir karşılığında evlendirmesi
4. Mehrin, o bölgede geçerli olan para birimi üzerinden belirlenmesi
5. Kocanın, mehri ödeyemeyecek durumda olmaması
6. Kör, yaşlı kimse gibi kızın kendisiyle birlikte yaşamaktan zarar göreceği bir kimseyle evlendirmemesi
7. [Veliyyü’l-Irakî]: Kızın zorla evlendirilebilmesinin câiz olması için kız ile koca adayı arasında da düşmanlığın bulunmaması gerekir.
(3. ve 4. ve 5. maddeleri dikkate almayan görüşler de vardır)
Biz nâcizâne olarak şunu da ilâve ediyoruz ki: Velî, kızı bir meta’ (mal) gibi görmemeli ve hareket etmemeli. Hele kendi menfaati veya nefsî istekleri uğruna kız üzerindeki icbâr hakkını kullanmamalı ve kullanamaz kanaatindeyiz. Velev ki kızın râzı olmadığı böylesi bir zorlamada, kız tarafına bakar bir menfaat, maslâhat yok ise, uhrevî mes’ûliyeti velînin üzerine olur.
“Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse size dünür olarak gelirse kızınızı ona nikâhlayın. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olacaktır.” Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer o kimsede mal ve denklik olarak bir eksiklik olursa ne olacak? Buyurdular ki üç kere: “Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz size gelirse kızınızı onunla mutlaka nikâhlayın.” (Sünen-i Tirmizî, Nikâh, 1085)
Bâkire kız mükellef ise [velisi tarafından] kendisinden izin istenmesi müstehaptır. Ayrıca böyle yapılması onun gönlünü hoş eder. Mükellef olmayan kız açısından ise bir izin söz konusu değildir.
Ergenliğe yaklaşmış olan kızın izninin olup olmadığını araştırmak, küçük kızı ergenlik çağına ulaşıncaya kadar evlendirmemek sünnettir.
Şimdi gelelim Müslim de geçen bir hadise:
“Dul kadın, kendisi üzerinde velisinden daha fazla hak sahibidir. Bâkire kızdan ise izin istenir. Onun izin vermesi susma yoluyla olur.” (Müslim, Nikâh, 3461)
Yetişkin akıllı bâkire kızdan, kendisini ona denk olan veya olmayan biri ile evlendirme konusunda izin istendiğinde [susması izin verme yerine geçer mi?] sûaline verilen cevap içinde zikredilmiş ve bu kapsamda iki görüş belirtildikten sonra, bu görüşlerin “zorla evlendirilmesi mümkün olmayan kız hakkında” olduğu belirtilmiştir. (Muğni’l-Muhtâc, Nikâh)
Velâyet hakkında sahip olma önceliği bahsinde ise, “Aklı başında yetişkin olan bir kadın, kendisine denk biri ile evlenmeyi istediği halde veli buna mâni olursa engelleme gerçekleşmiş olur.”
“Kız, kendisine denk birini gösterdiği halde kızın babası kızını başka bir kimseyle evlendirmek istiyorsa, daha doğru görüşe göre bunu yapma yetkisine sahiptir.” der.
[makâlenin devâmını okumak için alttaki sayfa numaralarını tıklayınız]
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.