VEHBE ZUHÂYLİ
İSLÂM FIKHI ANSİKLOPEDİSİ
(DÖRT MEZHEBE GÖRE)
EVLİLİKTE VEKÂLET, VELÂYET VE EHLİYET
Evlilikte ehliyet:
İbni Ebû Bekir el-Asam ve Osman el-Bitti (r.a.) küçük çocuk ve kız çocuğunun bâliğ olmadan evlendirilemeyeceğini söylerler. “Nikah çağına ermelerine kadar…” (Nisâ, 6). Bülûğdan önce evlendirmek câiz olmuş olsa da bunda hiçbir fayda yoktur. Çünkü bunların nikâha ihtiyaçları yoktur. İbni Hazm, bu konuda rivâyet edilen hadislerle amel edilerek küçük kızın evlendirilmesinin câiz olduğunu söyler. Ama küçük erkek çocuğunun evlendirilmesi bâliğ olmadıkça bâtıldır. Vâki olursa feshedilir (el-Muhallâ, IX, 560, 565)
Cumhur, evliliğin aktedilmesi için bülûğ ve akıl şartı koşmamışlardır. Dolayısıyla küçüğün ve delinin evliliğinin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Dört mezhep imamının da dâhil olduğu cumhurun görüşüne göre (el-Münzir’in iddiasına göre ise, icmaya göre) kefaeti (denklik) bakımından küçük kızın evliliği câizdir.
Delillerin kaynakları: (el-Muğnt, VI, 486; el-Mebsür , IV, 212; el-Bedâyi’, II, 240-246; el-Kavaninü’l-Fıhktyye, 19f Muğni’l-Muhtâc, 111, 168 vd.)
Delillerin zikri:
a) Küçük kızın iddet bekleme süresinin üç ay olarak beyân edilmesi:
“(Yaşlılık dolayısıyla) hayızdan kesilmiş kadınlarınız hakkındaki iddetten (iddet bekleme hükmünden) şüphelendinizse (bunu bilmediğinize göre) onların iddeti de üç aydır. Henüz hayız görmeyenler de öyle.” (Talâk, 4). Allahü Teâlâ hayız görmeyen küçük kızın iddet görme süresini hayızdan kesilmiş yaşlı kadınınki gibi üç ay olarak sınırlamıştır. İddet bekleme ise ancak evlilik ve boşanmadan sonra olur. Nas, onun evlenip boşandığına ve izin hakkı olmadığına delalet etmektir.
b) “Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden salihleri (evlenme durumunda olanları) evlendirin.” (Nûr, 32) âyetindeki kadınları nikahlayın emri. Âyette geçen (eym) kelimesiyle küçük ya da büyük, kocası olmayan kadın ifade edilmektedir.
c) Peygamberin (Aleyhissalâtu vesselâm) Aişe’yle o küçük olduğu halde evlenmesi: Aişe (r.anha): “Peygamber benimle evlendiğinde ben altı, benimle cima yaptığı zaman dokuz yaşındaydım.” 1 Babası Ebû Bekir (r.a.) onu, Peygamber de amcası Hamza’nın kızını Ebu Seleme’nin oğluyla her ikisi de küçük oldukları halde evlendirmiştir.
d) Sahabeden nakledilen rivayetler: Hz. Ali kızı Ümmü Gülsüm’ü küçük olduğu halde Urve İbni Zübeyr’le; Urve İbni Zübeyr her ikisi de küçük oldukları halde kardeşinin kızını, kardeşinin oğluyla evlendirmişlerdir. Yine bir adam küçük kızını Abdullah İbni Hasan İbni Ali’ye vermiş, Ali de (r.a.) bu duruma cevaz vermiştir. İbni Mes’ud’un karısı küçük kızını İbni el-Müseyyeb İbni Nahbey’le evlendirmiştir. Abdullah İbni Mes’ud (r.a.) buna izin vermiştir.
e) Küçüklerin evlendirilmesi bir fayda mülahazasıyla olabilir. Örneğin baba oğluna denk birini bulur, bâliğ oluncaya kadar olan süreyi beklediği takdirde onu elinden kaçırmaktan korkabilir.
Velâyetin mânâsı ve sebebi:
Velâyet, lügatta “yardım etmek ve muhabbet” mânâsındadır.
Fıhkî ıstılahta ise velâyet, bir kimsenin iznine gerek kalmadan doğrudan tasarruf hakkına sâhip olmaktır.
Velâyet kısmında velâyet nev’lerini izâh ederken, nikâh’a icâbet eden velâyeti, icbârî ve ihtiyârî olarak ayırır.
İcbâri velâyet, başkasına söz geçirmektir. Velinin başkasını istediğiyle evlendirme hakkıdır. Hanefilere göre icbâr velâyeti, bu mânâsıyla dul da olsa küçük kız ve aklî bozukluğu olan kadın, deli kadın ve memlûk câriye üzerinde sabittir. Bu tür bir velâyet sâhibine, mücbîr veli denir.
Ebu Hanife ve Züfer’e göre; akıllı, bâliğ ve hür bir kadını evlendirmek hususunda bakire ya da dul olsa da bu tür velâyet müstehaptır. Bu, İslâm’ın kolladığı güzel âdet ve geleneğe riayet etmek bakımından güzeldir. Çünkü Hanefilere göre kadın, kendi kendisini kendi istek ve iradesine göre evlendirme velâyetine sahiptir. Ancak evlilik akdi işini bir veliye havale etmesi müstehap olur. Bu tür bir velâyetin sabit olabilmesi için gerekli şart, başkası değil de velâyet edilenin rızâsıdır.
Diğer mezheplere göre ise içtihâdları birbirine yakındır.
Mâlikîler der: Bâkire için bâliğ dahi olsa, küçük kız için dul da olsa icbâr söz konusudur. Ama küçük kız ve bâkirenin iznini almak müstehaptır.
Şafiîler ve Hanbelîler der: İcbârî velâyet için, bâkireyi küçük ya da büyük olsun izni olmadan evlendirebilir. Ancak iznini alması müstehaptır.
Konuya bakar iki hadisi, şerhi ile birlikte kaydediyoruz:
(…) İbn Cureyc haber verip dedi ki: Ben Ebû Muleyke’nin oğlundan şöyle derken işittim: “Âişe’nin azadlısı olan Zekvân dedi ki: Ben Âişe radıyallahu anha ‘dan şöyle derken işittim: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e ailesinin evlendirecek olduğu genç kız hakkında, kendisine danışılıp rızâsı alınır mı yoksa alınmaz mı? diye sordum. Rasûlullah Âişe’ye : “Evet, kendisi ile istişâre edilir” buyurdu. Âişe dedi ki: Ben Rasûlullah’a: “Genç kız utanır (rızâsını bildirmez)” dedim. Rasûlullah cevâben: “Genç kız sükût ederse işte bu onun iznidir” buyurdu. (Sahih-i Müslim, Nikâh, 1420)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah sallalâhu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Kendisiyle istişare edilmedikçe dul kadın, kendisinden izin alınmadıkça da kızın nikâhı kıyılmaz, kızın izin vermesi ise susmasıdır.” (Sünen-i Tirmizî, Nikâh, 1107, İbn Mâce, Nikâh, 11; Müslim, Nikâh, 9) [aynı mânâda Sünen-i Ebû Davud ve Sünen-i Nesâî’de İbn-i Abbas ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ ile Hz. Âişe radıyallahu anha‘dan rivâyetle gelen hadisler mevcuttur.]
(*) Tirmizî: Bu konuda Ömer, İbn Abbâs, Âişe ve Urs b. Amîra’dan da hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Ebû Hüreyre hadisi hasen sahihtir. İlim adamları uygulamalarını bu hadisle yaparlar. Dul kadın kendisiyle istişâre edilmedikçe nikâhlanmaz, babası kendisiyle istişâre etmeksizin dul bir kadını nikâhlarsa o kadın da bu nikâhı istemezse ilim adamlarının çoğunluğuna göre bu nikâh hükümsüzdür.
Fakihler, akıllı ve bâliğ olan kadını evlendirme hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîler; kendisini evlendirebilir derken, cumhur onu velisi evlendirir, demiştir.
Hanbelilere göre bâkire ya da dul olsun izniyle olur.
Mâlikî ve Şafiîlere göre ise, dul ise izni gerekir. Bâkire ise küçük ya da büyük olsun izni gerekmez.
Şu iki hadisi de kaydetmek istiyoruz:
Abdullah b. Amr radıyallahu anh’dan rivâyete göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Dünya hayatı, geçici bir yararlanmadan ibârettir. Sâliha kadından daha değerli bir dünya metaı da yoktur.” (Sünen-i İbn Mâce, Nikâh, 1855; Müslim, Rada’, 17; Nesâî, Nikâh, 15)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivâyete göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Bir kadınla dört özelliği için evlenilir: 1- Zenginliği, 2- Soyu sopu, 3- Güzelliği, 4- Dindarlığı; Sen dindar olanı seç ki iki elin bereketlensin, huzurlu bir hayat yaşayasın.” (Sünen-i İbn Mâce, Nikâh, 1858; Ebû Dâvud, Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13)
Hatıra geliyor ki, dindar olduğunu nasıl anlarız?
Ebeveyninin dindar olması, küçük olan kızın da dindar olacağına bir delil midir?
Küçük kızın ahvâli, istikbâlde dindarlığı hususunda yeterli kanâati verir mi?
Kız buluğa ermiş ve rüşd yaşına da yaklaşmış olsa, dinine karşı olan ciddiyeti veya lakaydlığı belki az çok görülebilir. Ancak şu içinde bulunduğumuz asır ve zaman için böyle değildir.
Geçmiş zamanlarda İslâmiyet hayat-ı şahsiyeye ve aileye ve hayat-ı içtimaiyeye eskeriyetle nüfûz ettiğinden ve tahribat şimdiki gibi olmadığından, belki hayatlar İslâmiyet nokta-i nazarıyla daha muhafazalı idi, amma şu asırda ve şu zeminde ve şu tahribat asrında küçüklükteki ahvâl, büyüklüğe bir delil genellikle olamayacağına binâen, aklî-baliğ yaşı beklenmeli ki, hakkında bir kanaat edinilsin.
EVLİLİKTE DENKLİK (KÜFÜV)
Vehbe Zuhâyli sh: 182
Denklik hususunda cumhurun görüşü; din, soy, hürriyet, meslek (ya da sanat)tır. Hanefîler ve Hanbelîler bunlara varlıklı olup olmamayı (ya da malı) da eklemişlerdir.
Biz nâcizâne aklî denkliği de buna dâhil görüyoruz.
Dikkat: Denklik ile evliliğin sıhhati târif edilirken, nikâh akdinin sahih olması açısından değildir, kalıcı, huzurlu ve güvenli bir evliliğin oluşabilmesi ve yaşatılabilmesi cihetiyledir.
Elbette evlenecek olan şahıslar arasında din ve takva yönünden, soy (nesep) yönünden, mal ve zenginlik yönünden, iş, meslek veya sanat yönünden ve akıl yönünden denklik lâzımdır, maslâhatları çok…
Fakihlerin cumhuruna göre (dört mezhep de bunların içindedir), denklik; evliliğin lüzumunda şarttır (ancak) sıhhatinin şartı değildir der. Ve bu hususta birçok hadis nakledilir.
Elhâsıl, fikhî içtihâdlara baktığımızda dört mezhebin de icbâri velâyeti tanıdığını ancak evlendirilecek olan kızın izninin alınmasının müstehâb olduğunu (Sünen-i Tirmizî, İbn Mâce, Müslim, Sünen-i Ebû Dâvud, Sünen-i Nesâi hadisi ile sâbit) zikrettikleri gibi, nikâhın sıhhati, yuvanın sağlamlılığı ve yetiştirilecek olan çocukların ümmete fâideli olabilmesi cihetiyle de evlenecek çiftlerin birbirine dinen denkliğini en evvel aramaları şart olmak ile beraber, diğer husus ve meziyetlerinde de birbirine yakınlık aranması evliliğin sıhhatine bakar hususlarındandır. Eğer bu şartlar ve hassasiyetler nazara alınmazsa uhrevî mes’ûliyetleri netice verebilir. Bu cihette velilerin tasarruflarını kat’iyyen nefsî ve kendi menfaatine göre değil, yuvanın ve evliliğin ve İslâmiyetin menfaatine bakar tarzda kullanmalıdırlar ki, hem İslâmiyet kuvvet bulsun, hem dünyevi vicdan azabı çektirmesin, hem de uhrevî mes’ûliyeti netice vermesin…
Sûallerin cevâbına dolaylı ve tamamlayıcı olarak baktığından dolayı, bu kadarla iktifâ ederek, ihtiyaç duyanları İslâm Fıkhı (Vehbe Zuhâylî) Ansiklopedisinin denklik (küfüv) kısmına havâle ediyoruz.
D. KANAATİMİZE GELİNCE
Buluğ yaşı, evlilik zamanı (rüşd) ve şartları, evliliğin maksat ve gâyesi, mezheblerin hükümleri, ilgili âyetler ve hadisler ile beraber tafsilatlı bir mes’ele olduğu âşikâr. Hem bu mes’eledeki tatbikatlar ve örfen kabul görmüş ve âdetleşmiş olan şark ve garbın birbirinden farklı tarz-ı harekâtlarının da olması cihetiyle hassas bir mes’ele…
Evvela unutmamak ve hatırdan çıkarmamak lâzım gelir ki; her hâdiseyi ait olduğu asırda ve o asrın kendi şartlarında ve yine o asrın kabûl ettiği örf ve âdetleri içinde ele almak lâzımdır.
Şu zamanda gelişmiş ülkelere mukâbil, hiç gelişmemiş ve hâlen de tarz-ı hayatı bedevî olan Afrika’da nice kabileler var. Gelişmiş ülkelerin insanlarına göre kabûl edilmeyecek tarzda kendilerine mahsûs âdetleri ve içtimaiyyeleri var. Şimdi, onların kendi örfleri ve âdetleri içinde olanı kınamaya hakkımız olmadığı ve kendi yaşantılarının şartları içinde kabûl edilebilir olduğunu da gâyet iyi biliyoruz…
Kendi ülkemizde ve şu asrın (asır yüz yıldır) içinde dahi şarkta ondört, onbeş yaşında evliliklerin yapılabildiğini ve yadırganmadığını, şarkın örf ve âdetleri içinde kabul edilebilir olduğunu görüyoruz. Hatta annanelerinizden, babanelerinizden sûal etseniz, onların zamanında batıda dahi oniki – onüç yaşında evlenenlerin olduğunu söyleyeceklerdir. Ancak bu zamanda ve zeminde bu tarz bir evliliğin artık batı şehirlerinde kabul görmeyeceği ve yadırganacağı, hatta gazetelere haber konusu olacağı da âşikârdır.
Örfün içinde kabûl gören âdetler; tatbik edildiği zaman ve mekanda kabûl edilen, benimsenmiş, tatbiki sıklıkla görülen âdetlerdir ki; haklarında hiçbir i’tiraz vuku’ bulmamış. Demek o dönemin ve toplum yapısının içinde örfün kabûl ettiği idi…
Yukarıda kaydedildiği üzere evlilik yaşı (rüşd) ile ilgili olarak mezhep içtihadlarında bir hadd konulmamıştır ancak, mevcut hadisler ve evliliğin içtimaiyyeye bakar menfaatleri ile mes’ûliyetleri nazara alındığında bize evlenecek kişilerde olması gereken şartları ve buna bakar bir yaş tahminini vermektedir. Nikah akdi hususunda da bir yaş sınırı bulunamamak ile beraber, velîlin uygun ve münâsib gördüğü ve hayırlı olduğunu düşündüğü bir evliliğin akdini yapmada müçtehidler sıkıntı görmemişlerdir. Bu bülûğ öncesi küçük kızların şimdiki beşik kertmesi nev’inde evlendirilmesi tarzında bir nikâh akdi mâhiyetinde olup, evlilik yaşına geldiği zaman hadislerin de ihtârı ile izninin alınıp, evliliğin tamamına erdirilmesidir. Yoksa şu zamanda bülûğ yaşından önce küçük kız çocuklarının evlendirilip zifafa girmeleri tarzında olmadığı ve olamayacağı lâkin, evliliğin gerektirdiği sorumlulukların ve mes’ûliyetlerin icrâsının çocuk hükmünde olanlardan beklenemeyeceği gâyet açıktır.
Fıkıh usulü ve dil âlimlerine göre nikâh esasta cinsî ilişki, mecazî olarak da akit anlamında kullanılır. (Ancak) Dört mezhep imamının da içlerinde bulunduğu fakihlere göre; nikâhtan gerçekte kasdolunan akittir, cinsî ilişki için mecâzi anlamda kullanılır. Kur’ân’da ve hadislerde en çok bu anlamda kullanılmıştır. Hanefî âlimlerinden olan Zemahşerî, “Kadın başka birisiyle evlenmedikçe” (Bakara, 230) âyetinin dışında Kur’ân’da nikâh lafzının cinsî ilişki mânâsında hiç kullanılmadığını söylemiştir. Sahih-i Buhârî ve Müslim’de nakledilen: “Onun balcığını tadana kadar” (Onunla cinsî ilişkide bulununcaya kadar) hadisinde murâd olunan akittir. Cinsî ilişki bu hadisten dolaylı olarak anlaşılır. 2
Zifafa girme (cimâ) yaşı ile ilgili delileri de yazalım:
Nikâhlanılmış bulunan küçük kıza ne zaman cimâ edilebileceği hususunda görüş ayrılığı vardır: Bâzı âlimler: ‘Büluğa erişinceye kadar, ona cimâ yapılmaz’; bâzıları ise: ‘Dokuz yaşına varınca, ona cimâ edilir’ demişlerdir. Bahrü’r-Râık’ta da böyledir. Âlimlerin ekserisine göre, bu hususta yaşa itibâr edilmez; gücünün yetmesine itibâr edilir.” 3
Bu hususta el-Fetâvâ’l-Hindiyye ile birlikte, Muğni’l-Muhtac ve Keşşafu’l-Kına’ da da böyledir. Nazarı dikkati celb edelim ki, nikâhlanmış olan küçük kız ile ne zaman cimâ edilebileceğinin âlimler arasında tartışılmış ve tartışılıyor olması gösteriyor ki; nikah akdi ile zifaf yaşının birbirinden ayrı tutulduğu ve farklı şartları istediği açıktır.
Âlimlerin ekseriyeti bu hususta cimâ’yı kaldırabilecek yaş veya bünyeyi zorunlu tutmuşlardır, eğer hastalık, zayıflık, tahammül edememe alâmetleri olduğu takdirde cimâyı yasaklamışlar ve helâl olmaz demişlerdir. Bu bilgiler el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Muğni’l-Muhtac, Keşşafu’l-Kına’ ve el-Mevsuâtu’l-Fıkhıye ‘de zikredilmiştir.
Bu asırda ise efkâr-ı umumiye, âdet görmeye yeni başlamış dokuz, on yaşlarındaki bir kızı, “çocuk” olarak kabûl eder ve öyledir de. Bir kısım âlimler; evliliğin mâhiyetini ve mânâsını bilmeyen ve evliliğe de bir ihtiyacı bulunmayan (buna şehvet de dâhildir) küçüklerin evlendirilemeyeceğini söylemişlerdir.
Lâkin bizim de delilleriyle anlatmaya çalıştığımız, evliliğin yalnızca cimâ’dan ibâret olmadığı ve ayrıca her asrın şartları ve tatbikatının da farklılık gösterebileceği, lâkin fikr-i beşeri ve kemâlât-ı beşeri ile birlikte, içtimai hayatın da değişmekte olduğu hakikatıdır.
Evet, evlilik müessesinin gâyesi haramlardan korunmak ve sakındırmak olduğu kadar, hayırlı bir neslin yetişmesine de vesile olacak sağlıklı bir aile hayatının te’sisidir.
“İslâm hukukunun evlilik öncesine verdiği önem, evliliğin sağlam temeller ve prensipler üzerine bina edilmesini amaçlamış olmasından kaynaklanmaktadır.”(İslâm Fıkhı, c:9, Prof. Dr. Vehbe Zuhâyli)
Elbette hepimiz tasdîk ederiz ki, sağlam temeller üzerine inşâ edilmemiş ve içinde huzur olmayan, sevgi ve saygı bulunmayan bir hâneden, mânen ve maddeten sağlıklı nesiller ve bireyler yetişmez. Ve evliliğin de bekâsını tehdit eden bu olumsuz unsurlar gözardı edilirse, o hânenin huzuru, güveni, sevgi ve saygı ile hürmeti te’sis etmesi beklenemez. Bekâsının temellerini sarsar belki yıkar.
Zamanımızda ise, mes’ûliyet alabilecek yaşın daha yukarı yaşlara çıkmasına binaen, aklî olgunluk yaşı önem kazanmış ve izâh edildiği gibi sağlıklı, kalıcı bir evliliğin yapılması için bu zamanda buluğ yaşı ile rüşd yaşını birbirinden ayırmayı zorunlu kılmıştır.
Buluğ yaşı, bir kızın âdet görmeye başlamasıdır ve tıbben doğurganlık durumuna gelmesidir. Buna müteakip maddî bedenindeki hazırlıkların ve yapılanmanın tamamlanmasıdır. Ancak evlilik gibi mukaddes bir kurum yalnızca bedenî bir hazırlık istemez.
Rüşd ile kastedilen ise, evlilik yaşıdır ki bu mânevî olgunluktur. Yâni aklî-baliğ durumudur. Şuûru ve mes’uliyet alabilecek ve taşıyabilecek bir olgunlukta olup olmadığı şartıdır.
“İslâm, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güveni sağlayacak sağlam bir temel üzerine bina edilmesi gerekmektedir. Bu temel, DİN VE AHLAKTIR.” (İslâm Fıkhı, c:9, Prof. Dr. Vehbe Zuhâyli)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivâyete göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Bir kadınla dört özelliği için evlenilir: 1- Zenginliği, 2- Soyu sopu, 3- Güzelliği, 4- Dindarlığı; Sen dindâr olanı seç ki iki elin bereketlensin, huzurlu bir hayat yaşayasın.” (Sünen-i İbn Mâce, Nikâh, 1858; Ebû Dâvud, Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13)
Şu zaman ve değişen hayat-ı içitmaiyye ve bu hususta yapılan çalışmalar iyi bir eş seçiminin saydığımız bütün unsurlar için en önemli etken olduğunu ortaya koymuştur ve evlilik tecrübesine sâhip birçok kimse de bunu tasdîk eder.
Eş seçiminde dindarlığın ve terbiye-i İslâmiyenin en öncelikli olması yetişkinler için anlaşılır iken, küçük yaşta evlendirilecek kız çocukları için düşündürücüdür, lâkin küçük olan birinin dindarlığı nasıl anlaşılacak? Hele hele bu zamanda ve şimdiki tarz-ı hayatta rüşd yaşına kadar beklenmesi, dindarlığı ve ahlâkına dâir alâmetlerinin belirmesine ve gözlemlenmesine vesîle olur.
Hem evlendirilecek olanların izninin alınmasının müstehâb olması da gösteriyor ki; kızın fikri ehemmiyetsiz değildir. Öyle olsa idi, iznine ihtiyaç duyulmazdı, sükûtu da izni olarak sayılmazdı. Demek izni alınacak olan kızın belli bir yaş olgunluğuna gelmiş olması lâzımdır ki, izni alınmasının bir mânâsı olsun. Yoksa oyuncak istemek nev’inden olacağı tahmin edilebilir.
Şu zamanda olgunluk yaşı ilerlemiştir. Geçmiş asırlardaki gibi değildir. Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri gibi dokuz yaşında evinden çıkıp gidebilecek bir olgunluk, bu zamanda ekseriyet itibâriyle görülmez. Lâkin bu yaşta olanlar ilköğretim ikinci veya üçüncü sınıfta okuyan çocuklarımızdır, mukâyese edilebilir. İstanbul’u feth edecek yirmi, yirmibir yaşın olgunluğu bu zamanda görülmez. Elbette bunun nedenleri ile ilgili denilecek çok şeyler olabilir ancak netice itibâriyle şu zamanda öyle değildir.
Ayrıca dindarlık ve ahlâk noktasında herşey tamam olsa da, izin alınmasının bir diğer hikmeti de, evlendirilecek eşlerin ruhlarının ve kalplerinin birbirini kabûl edip etmediğine bakmaktır ve ihtar-ı Nebevî’ye aleyhissalâtu vesselâm kulak vermektir.
“Şafii’lerin büyük âlimlerinden olan Ebû Sevr diyor “Bir evlilikte, hem evlenecek olan kadının rızâsı, hem de velisinin rızâsı şarttır. Bu görüş ailedeki huzur, ahenk, sevgi ve saygı ortamının zedelenmemesi açısından daha uygun görülmüştür.” (el-Fıkhu’l-İslâmî, 64)
Buraya kadar evliliğin rüşd yaşı dikkate alınarak yapılmasının menfaatleri ve maslâhatları izâh edilmeye çalışıldı.
Şu zamanın şartları içinde, rüşd yaşı ile evliliğin lâzım geldiğine nazar-ı dikkati celbetmek için, yetimler hakkındaki âyeti de kaydetmek isterim.
Nisâ sûresi 6. âyet
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ
Meâlen: “Ey yetimlerin velileri. Yetimleri nikâh çağına ermelerine kadar deneyin. Eğer bülûğ a vardıktan sonra kendilerinde bir akıl ve rüşd görür ve anlarsanız, mallarını hemen onlara teslim edin.”
Elmalılı Hamdi Yazır: “Sözlük örfü bakımından يَتَاميٰ ve اَيْتَامٌ yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir.”
Biz, babası vefât etmiş kız çocuğunu alacak olursak, babasından kendisine kalan mirası, kendisine verebilmek için reşid olup olmadığına bakılması ve malına sâhip çıkabilecek kadar olgunluk ve kemâlat görüldüğü vakit malların ona teslim edilmesini âyet emrediyor.
Peki evlilik müessesesi, dünyevî bir meta’dan, mal’dan daha kıymetsiz, ehemmiyetsiz ve idâresi çok daha kolay ve basit bir kurum mudur ki, reşid olmadıkça malı teslim edilemeyene, evliliğin mes’ûliyeti ve sorumluluğu ve çocukların emânetçiliği ve terbiyesi bulûğ dâhi olmamış küçük bir kız çocuğuna teslim edilsin!
Evlilik müessesesi için rüşd yaşının, bülûğ yaşından çok daha ehemmiyetli olduğu âşikâr…
Fıkıhta bülûğ ve rüşd yaşları nasıl tanımlanmış, onları da kaydedelim.
İslâm Fıkhı, c:4, Abdurrahman Cezîrî âyetin izâhında şunları kaydetmiş:
“Erkekte bülûğ ihtilam olmasıyla, kadında ise bülûğ hayız ve gebelikle bilinir. Erkek ve kadında bu gibi alâmetler görülmediğinde, bülûğ a ermeleri yaş ile bilinir.
Ebû Hanîfe der ki: Erkek ve kadın ancak yaş ile bülûğ a ererler. Erkek onsekiz yaşını, kadın ise onyedi yaşını tamamladığında bülûğ a ermiş olur. Bülûğ a erdikten sonra durumuna bakılır. Eğer denendikten sonra rüşdünü isbatlarsa, malı kendisine teslim edilir. Rüşdü görülmezse, malı kendisine teslim edilmez.
Rüşdü; onun kendi malını idâre etmeye elverişli olduğunun ve kendisine teslim edildiğinde malını zâyi etmeyeceğinin sâbit olması şeklinde tanımlayabiliriz.”
Mâlikîler dediler ki: “Bülûğ bâzı alâmetlerle bilinir. Erkek menîsinin akması. Kadın hayız görmesi ve gebe kalması.
Bu alâmetlerden biri görülmediğinde, küçüğün bülûğ’u yaş ile olur ki, o da onsekiz yaşını tamamlamakla gerçekleşir. Onsekiz yaşına basar basmaz bülûğ a erileceğini söyleyenler de olmuştur.”
Şâfiîler dediler ki: “Erkek ve kadının bülûğ’u, kesin ölçü olarak onbeş yaşını tamamlamakla bilinir. Ayrıca bunlardan başka bâzı alâmetlerle de bilinir ki, bu alâmetler:
(Erkeklerde) Menî akması, Kadınların hayız görmeleri. Kadın yaklaşık olarak dokuz yaşına varınca hayız görebillir.”
Hanbeliler dediler ki: “Kadın olsun, erkek olsun, küçük çocuğun bülûğ a ermesi üç sebeple meydana gelir:
Erkek için menî akması, kadın için hayız ve hâmilelik. Bunlardan başka kadın ve erkeğin yaşlarının onbeşi doldurmasıdır. (Hanbeliler bir sebepte, kasıktaki sert kılların bitmesini göstermişlerdir). ”
Ve çocuğun reşid olmaksızın bülûğa ermesi de fıkıh içinde değinilmiştir ki; “Çocuk, reşid olmaksızın bülûğa erdiğinde, malı kendisine teslim edilmez. Kısıtlılık altına alınır” denmiştir.
Demek reşid değilse, bülûğ olup olmadığına bakılmaz, lâkin kız; evinin de emânetçisi ve bekçisidir. Bu mes’ûliyet, maddeten ve mânen daha ağırdır.
Reşid ile ilgili olarak aşağıda yazdıklarımızı da delil olarak kaydediyoruz:
Hanefîler dediler ki : “İmam-ı Âzam ve İmameyn, sırf bülûğ a ermekle çocuğa malının teslim edilmeyeceği, aksine, denendikten sonra rüşdünün ispatlanmasının zorunlu olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak İmâm-ı Âzam demiştir ki: Bu durumda yirmibeş yaşına varmasına dek beklenilir. Sonra rüşde ermese bile, malı kendisine teslim edilir.”
Hanbeliler dediler ki : “Çocuk reşid olmaksızın bülûğ’a erdiğinde –-reşidlik, malında ve dininde doğru olmasıdır. Reşidliğin sadece malında doğru olmak olduğunu söyleyenler de olmuştur—kısıtlılığı devam eder. Çocuk bülûğa erip reşid olduğunda, malı kendisine verilir. “
Şâfiîler dediler ki : “Küçüğün reşid olması için bâliğ olması yeterli olmaz. Aksine, din ve mâlî idâre bakımından uygunluğunun zuhur etmesi de gerekir. Dinî bakımdan uygunluk, kişinin büyük günah işlememesi ve küçük günahlarda da ısrar etmemesiyle olur. Mâlî bakımdan uygunluk ise (malını kabul gören doğrulukta idâre edebilmesidir).
Bülûğ a ermeden önce küçük çocuğun reşidliği, denemeyle bilinir. Bu da küçük çocuğun mesleğine göre değişir. Eğer babası tüccarsa, satma ve satın almayla denenir. Babası ziraatçiyse, ziraat hâline uygun bir sınama ile denenir vs…”
Mâlikîler dediler ki: “Çocuk, reşid olmaksızın bülûğ a ererse, (malları üzerinde) kısıtlılığı devam eder. Ama malını muhafaza etmeye muktedir olduğu sâbit olursa, bülûğ a erer ermez kısıtlılığı kalkar.”
Erkek ve kadın bir yaratılmadığından ve şer’an evin nafakası erkeğin mes’ûliyetinde olduğundan, mallarını idâresi hususunda erkeğin rüşdünün tesbiti çok önemli olmakla beraber, kızlarında bütün bütün hâriçte tutulması düşünülemez. Bu hususta kızların da evliliklerinde rüşd yaşına dikkat edilmesinin bir maslahâtı da şu olabilir ki; ebeveyni ölmüş evli küçük bir kıza miras hakkı doğabilir ve kadının malı kocaya ait olmadığından, idâresinde kadın tek ve öncelikli duruma gelir.
Hem, bülûğ yaşından önce evlendirilmiş kızın, büluğ sonrasında çocuğu olsa (on, onbir veya oniki yaşında) ve kocası vefât etse veya boşansalar, bu kızın şer’ân hukuku değişir. Kendisine kalan mirâsın tedbir ve idâresi o küçük yaşta başına kalır. Hem Şâfiî mezhebinde olsa, ikinci evliliği için velisi kendisi olur. Mükellef hür bir kadın olur. Lâkin hadisin ihtârıyla da dul olan, yeni bir evlilik için velisinden daha çok kendisi hakkında hak sâhibi olur.
Bu gibi durumlarda rüşd yaşı, evlilikte başka cihetlerle de çok önem kazanıyor. Lâkin kızın yaşının küçüklüğünden ve akıl olgunluğunun tam olmamasından çok menfîler istifâde edebilir ve zarar verebilir.
Nitekim bu ve benzeri örnekler memleketimizde görülmektedir. Kandırmalar, aldatmalar ve su-i istimâller yaşanmaktadır.
Elhâsıl, evliliklerde rüşd yaşının aranması, elbette mal-mülk idâresinden çok daha önemli olan dinini ve âhiretini muhafazada, sağlıklı ve kalıcı bir yuvanın te’sisinde, evlâtlarına anne, kocasına bir eş olabilmesinde ve yuvayı çekip çevirmesi ile beraber kocasının mallarını ve namusunu muhafaza edebilmesi gibi hikmetlere binâen kat’iyyen ehemmiyet kesbeder.
Bu da gösteriyor ki; her bülûğ yaşına ermiş olan reşid demek değildir.
Buraya kadar zikrettiğimiz bütün nüanslara külli olarak bakıldığında, velâyet hakkı ile hareket ederek küçük yaşta evlendirmenin, bâzı maslâhatlara binâen beşik kertmesi nev’inde bir ön nikah akdî şeklinde olabileceği ve kat’iyyen buluğ öncesinde bir zifafa izin olmadığı ve evlenecek yaşa (rüşd yaşı) gelindiği takdirde ise, hadisin ihtarıyla her iki tarafın rızâsının alınarak evliliğin tamamlanabileceği kanaatindeyiz.
Herşeyin doğrusunu ancak Cenâb-ı Hakk (c.c.) bilir diyerek kanaatimizi burada tamamlıyoruz.
Niyet hayır, âkıbet hayır diyerek, Cenâb-ı Erhamürrahim’inden (c.c.) niyaz ediyoruz.
Ersin Miman
—————————-
1 Buharî, Müslim ve Ahmed ittifak ettiler. Neylü’l-Evtâr, VI, 120. Buharî ve Müslim’in bir rivâyetinde, “Yedi yaşındayken evlendi, dokuz yaşındayken zifafa girdi.” Şeklinde geçmektedir. Araplarda yaş hesaplama konusunda farklı rivâyetler vardır.
2 İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Cilt 9, sh:28
3 Fetâvâyi Hindiyye- İslâm Fıkhı, Nikâh
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.