Ebu Leheb’in kâfir olarak öldüğüne dair bir delil, kanıt gösterin?

Bu suâli birkaç yönüyle tahlîl edelim..

Evvelen, Peygamberimizi (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) gören Müslümânlara ne denir? Sahâbe veya Ashâb-ı Kirâm veya Rasûlullah’ın (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) Arkadaşları. Onlar öyle meşhûrdur ki, Allah’a yakınlıklarıyla, takvâlarıyla, İslâm dînine olan bağlılıklarıyla, davranışlarıyla, halleriyle, kelâmlarıyla (sözleri, konuşmaları), ibâdetleriyle, sıdklarıyla (her zamân doğru olmalarıyla) ve yalnızca hakîkata ve Hakk’a taraftar olmalarıyla… Nereden mi biliyoruz?

Hem haklarında inen ve onlara işâret eden âyât-ı Kur’ân’iyeden (Kur’ân âyetlerinden) ve Peygamberimizin (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) onlar hakkındaki sözlerinden ve ümmete onları örnek göstermesinden ve Ashâb’ın, hadislerin naklinde çokça zikredilmesinden ve kendileri hakkında yazılmış birçok eserden…

Burada birşeyi farkettik mi?

Sahâbe deyince, ‘kim kimdir’ biliniyor. Hatta hadis rivâyetlerinde, o hadisi en son nakleden ile Peygamberimizinden (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) ilk duyan(lar) arasındaki bütün Sahabîler biliniyor, hem de künyelerine kadar..

Bu bize neyi gösteriyor?

Eğer Ebû Leheb, Müslümân olmuş olsa idi, bu güzîde (seçkin) Ashâbın arasında olur, adı geçer, zikredilir, tanınır ve İslâm adına kendisinden de bahsedilir idi zirâ, Ebu Leheb (Utbe bin Abduluzzâ), hem Mekke’de bilinen ve ileri gelenlerden biri idi, hem de Peygamberimizin (aleyhissalâtu ve’s-Selâm) amcası idi. Böyle biri, elbette Müslümanlığı ile de bilinecek ve tanınacak idi.

Fakat Ashâb içinde hiç adı yok! Ve hiçbir kaynakta da Sahabî olarak geçmiyor!

Sâniyen, hakkında “Tebbet Sûresî” nâzil olmuştur ki, Cehennem ehli olarak (karısı dâhil) âyetin içinde ismi zikredilmiştir!

Bu aynı zamânda Kur’ân’ın, Allah’ın kelâmı olduğunun da önemli bir delîlidir çünki, Ebû Leheb henüz hayâtta iken hakkında bu âyet nâzil oldu! Eğer Ebu Leheb ölmeden önce Müslümân olsa idi şu iki mühim ne’tice hâsıl olurdu;

Birincisi: Kur’ân, yanılmış olurdu. Bu da Kur’ân’ın Allah kelâmı olmadığı anlamına gelirdi.

İkincisi: Kur’ân’ın söylemi yanlış çıkınca, başta Müşrîkler olmak üzere, o dönemdeki bütün Hristiyânlar ve bâhusûs da (özellikle de) Yâhûdîler heryerde bunu dillendirir ve Kur’ân’ın yanıldığını heryerde ilân ederler, hakkında şiirler yazarlar ve Kur’ân’ın, Allah kelâmı olmadığını söylerlerdi. Daha açık bir ifâde ile, bunu dünyâda duymayan kalmaz idi. Ve Kur’ân, bu iddiâsında yanılmış olurdu.


İşte bu sebeblerle, Ebu Leheb’in Müslümân oluşu o kadar meşhûr bir hâdise olurdu ki, heryerde yazar, bahsedilir ve söylenirdi. Fakat hiçbir yerde ne söylenmiş, ne yazılmış, ne bahsedilmiş, ne de duyulmuştur!